Menzil (TASAVVUF ADRESİNİZ) SiLSiLE - Eşya Değil İnsandır Hafızasını Kaybeden
   
TASAVVUF DİYARI
 





Ana Sayfa
Açıklamalarıyla 99 Esma
Hatim- mukabele
Çeşitli Dualar
Silsile
Tasavvuf Edebiyatı
Tasavvuf Yazıları 
Menkîbeler
İlahiler ve Kasideler
İslâmi Flash
İslami Haberler
İslâm Kütüphanesi
İslami Siteler- TOPLİST
İslami Soru ve Cevaplar
İslami Sözlük
İslami Videolar
Rüya Yorumları- Tabirleri
Kadın 

Popüler
Oyun
Bilgisayar önerilerimiz
ZİYARETÇİ DEFTERİ


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

>>1.Hz. Ebu Bekir
>>2.Hz. Ömer bin Hattab
>>3.Hz. Osman bin Affan
>>4.Hz. Ali Bin Ebu Talib
>>5.Talha bin Ubeydullah
>>6.Zübeyr bin Avvam
>>7.Sa'd bin Ebi Vakkâs
>>8.Abdurrahman bin Avf
>>9.Ebu Ubeyde bin el-Cerrah
>>10.Said bin Zeyd

ASHAB-I SUFFA

>>Bilal-i Habeşî{R.A.}
>>Selmân-ı Farisî{R.A.}
>>Enes bin Malik{R.A.}
>>Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri{R.A.}
>>Abdullah bin Mesud{R.A.}
>>Huzeyfetul-Yemenî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ammar bin Yâsir{R.A.}
>>Muaz Bin Cebel {R.A:}
>>Ebud-Derda{R.A.}
>>Ebu Musa el-Eş'ârî{R.A.}
>>Mikdad bin Esved{R.A.}
>>Halid bin Velid{R.A.}
>>Mus'ab bin Umeyr{R.A.}
>>Usame bin Zeyd{R.A.}
>>Erkam{R.A.}

 

 

Tasavvuf ve Tevbe 
Rabıta 
Tevessül ve Vesile 
Allah İle Kul Arasına Girmek 
Kutbul İrşad ve Tasarruf 
Ehl-ibeyt Kimdir 
Mürşide Teslimiyet Kölelik mi? 
Veliye Hürmetin Ölçüsü 
Kerameti İnkar Etmek 
Himmet 
İrşad nedir, Mürşid kimdir?


 

Eşya Değil İnsandır Hafızasını Kaybeden

Eskidikçe kıymetlenen eşyanın işi bitti, tozu alındıkça gençleşti. Âdem Aleyhisselam’dan başlayıp, binlerce yıllık insanlık tarihini ve bizim medeniyetimizi aydınlatan eşya ve onun öğretilmiş isimleri akıllara, aklı başında sorular düşürmeli.

Farkında mısınız? Her şey ne kadar da dağınık. Günün güneş gören zamanlarını “bir şey yapmalı” telaşına adamış insanın fikri dağınık.
Evden çıkmadan önce, muhayyilesinin kapılarını kapatmayı unutmuş insanın gerçeği dağınık.
Her “şey”in, her “şey”den mesul olduğunu, hiçbir “şey”in başıboş olmadığını unutmuş insanın hafızası dağınık.
Durmadan son kullanma tarihi geçmiş mekân ve eşyası ile vedalaşan insanın dünü dağınık, bugünü dağınık.
Dağınık mekânlar zihni, dağınık zihinler hayatı yorar mı? Bunca dağınıklık içinde insana toplu bir istikbal çıkar mı?
Bunları düşünürken bari boş durmayalım. Kendimizi “şey”lerin dağınıklığına alışmış bulmadan, bir an önce ve bir yerden başlayalım. Önce, en kolay ve en tanıdık olanı yapalım, eşyanın tozunu alalım.
Tozunu almak, eşyayı ayrıntılarıyla görünür kılar. Eşya, ne kadar görünür olursa, insana o kadar yakın durur. Parladıkça, kendini ve tarihini yansıtır. Varlık bilgisini aklında tutar, işlevini unutmaz.
Eşya dediysem, öyle çok da sağa sola dağıtmayalım. Varsa, eskidikçe kıymetlenen ve kırılabilenleri ayrı bir yere koyalım. Kendi eksenimize, hadi en fazla eve ve mekânlarımıza bakalım.
Hem bu vesileyle anlayalım, bizim hafızamız mı daha kuvvetli, eşyanınki mi? Ama “ toz almakla, bu kadar şey okunur mu” kabilinden istihzalı bir cümle için daha erken. Eşya kadar sabırlı olalım ve bakalım, ne var ne yok…

Çengelli İğneden Medeniyet Tasviri

İnsan, evvela kendisine ismi öğretilen eşyayı tanıdı. Eşyayı kendine “özel” kıldı ve onu sevdi. Eşyaya bağlandı, eşyayı kendine bağlı kıldı. Eşya ile arasındaki sağlam ve duygusal bağı tanımladı, yorumladı. Eşyayı sadece bir cisim olarak algılamakla kalmadı, onun hakikatinin bilgisini kavramak için bir arayış içinde bulundu. Ona baktı, onu zaman içinde korudu, ona özel isimler buldu. Buna mukabil eşya da, insanın şuuraltından başlayarak nice sırlarını anlattı.
Sırlar, evet… Eşya, evvela toplumların düşünce zeminini, hayat tarzını, inanışlarını, gelenek ve dünya görüşlerini, kültür ve medeniyetini, dönemin toplumsal değerlerini ve dilini çok yakından görmemizi mümkün kılıyor. Binlerce yıllık insanlık tarihinin bu sırlarını ifşa eden eşya, insanı hafızasına hayran bırakıyor.
Mesela, mitolojiye göre “tuttuğun altın olsun” sözünün muhatabı Kral Midas’ın mirası Frig Uygarlığı efsanelerle doludur. Ama Frigyalılara dair bu kadar çok şey biliyor olmamızı, meşhur efsanelerinden ziyade mezarlarından çıkan eşyaya borçluyuz. Öldükten sonra çengelli iğneleriyle birlikte gömülen bir millet Frigyalılar. Çengelli iğne (fibula) onlara göre kutsal ve çok değerli. Çünkü Frigler çengelli iğne kullanan ilk halk topluluğu olmakla hatırlanmak istiyor. Dahası, toplum çengelli iğnenin öldükten sonra da kendilerine gerekli olduğuna inanıyor.
Romalılar için de tuz, imparatorluk kurmanın zorunlu bir parçası. Bir anlaşmanın bağlandığını simgelediğinden, anlaşmalarda kralların sofrasında tuzluk bulunmayışı, düşmanca bir eylem olarak yorumlanıyor. Bunun için Romalıların mezarlarından çıkan tuzlukların oldukça büyük, göz kamaştıran şıklıkta ve değerli taşlarla işlenmiş olması bizi şaşırtmıyor.
Erkeklerin mezarlarında bulunan kılıç, kalkan, ok gibi aletlerin, o toplumun öldükten sonra varlığına inandıkları hayat için bir zaruret kabul edildiğini gösteriyor. Kadınların mezarlarından çıkan boya kutuları, tas ve aynalar da öyle.
Benzeri bütün örnekler, tarih boyunca insanın ve toplumun eşya ile olan münasebetini, mesafesini, eşya algısını, eşyaya davranışını ve “öbür dünya” ya dair inanç biçimini açık ediyor.

Kişilik Elbisesi

Eşyanın cismi kadar isminin de bir deşifre kabiliyeti var. Sesleri ve kelimeleri insana sevdiren eşya, adını içine ve dönemine sindirebilmiş eşya var. Ben böyle bir tanesiyle tanıştım geçenlerde. Aslında bir cümle içinden geçmekteyken yakaladım onu. Bizim, diyordu anlatan, eskiden “kişilik” elbisemiz olurdu. Her daim temiz, hazır, ütülü…
Benim bildiğim “kişilik”, şahsiyet, karakter, insana yakışır bir durum ve davranış gibi anlamlara gelen bir kelime. Dedim, bu cümlede işi ne? Aldım kelimeyi, koydum cebime, “Kubbealtı” senin “Türk Dil Kurumu” benim, dolaştırdım. Lügatler bu ziyaretten pek memnun kaldı, öyle ki bir de yanına eş anlamlı iki kelime hediye etti: Yabanlık. Adamlık.
Elde var eş anlamlı üç kelime, bir de elbise. Şimdi arz edeyim, derinlik nerede.
Duvardan duvara raylı ve aynalı gardıropların bulunmadığı, her mevsim sonu temizliğinde, “Ay atalım bunu, giyilmez artık!” diyerek çuvallarla kıyafet atılmadığı, “modüler” kelimesinin daha Türklere Fransız(ca) olduğu, sahiplerinin elbiselerini tanıdığı ve sevdiği zamanlarda, zengin ve fakir, köylü ve şehirli herkesin kenarda bir “kişilik” elbisesi bulunurdu. Kişilikler, ucu kanaviçe işli veya dantelli bohçalar içinde gömme ya da en fazla iki kapılı formika dolaplarda saklanırdı. Bayram, düğün gibi özel zamanlarda, misafirliğe giderken, ya da evde misafir ağırlanacağı vakit, “kişilik”ler giyilirdi. Kişinin kendine ve karşısındaki kişilere verdiği kıymet, gösterilen itina, “kişilik” ile görünür olurdu. İki dirhem bir çekirdek, işte o zamanlar deyim oldu…
Malum, kişi topluma ilk adımda “birey” olarak katılır ve birey olmanın tezahürü evvela kıyafettir. Bunun için de kıyafet, bütün zamanlarda kişiliğin önemli parçası olmuştur.
“Kişilik” de sadece bir eşya, evet. Ama mükemmel bir dengenin de tek kelimelik şerhi. Türk-İslâm geleneğinin özünü sindirmiş toplum, “bir lokma, bir hırka” inanışıyla kanaat etmeyi, “ye kürküm ye” düşüncesi ile kusursuz bir zeminde (itidal, adalet, vasat) birleştirmiş, filolojik bir buluş değeri taşıyan “kişilik” kelimesini de üzerine giydirmiş. Eşyaya verdiği isim ile inancını, kültürünü, hayat tarzını anlatmış. Öyle bir kelime bulmuş ki, bu kelimeyi hem kendisi hem elbisesi hem de muhatabının önemi için kullanabilmiş.
Sadece kişilik örneği bile, bir başına medeniyet sınırları içindeki insanın eşyaya olan davranışını, onu yorumlayışını, toplumun kanaat ve sadelik anlayışını özetleyebiliyor.

Evimizde Bizden Olan Ne Var?

Burada, modern dünyanın ve insanının eşya tanımı ile bundan en fazla 30 sene öncesinin eşyaya bakışını mukayese etmeyeceğim. Eşyayı sadece “kullan at” ezberiyle tanıyan ve dünyayı çöplüğe çeviren bizi, bize şikâyet etmeyeceğim. Konunun fazlaca eprimişliğini de göz önüne alarak, artık hanımların, evdeki her şeye bir göz nuru kılıf-örtü işlemiyor olmasının “ne fena” bir deformasyon olduğunu da söylemeyeceğim. Televizyon ya da telefonun üzerine konulan dantelin, “eşyaya mana ve ruh vermek” ile uzaktan bile akrabalığı olmadığını söyleyip geçeceğim.
Tüketim dünyasının bütün modern gereçlerini önce evlerimize dahil edip, sonra da vicdanlarımızı serin kılmak için, sandıktan çıkardığımız naftalinli örtüleri methetmemizin boş ve samimiyetten uzak bir nostalji olduğunu da demeden edemeyeceğim. Çünkü üçüncü nesil bilgisayarların üzerine konulacak ipek floşla işlenmiş bir örtü, anneannemizin değil Hüma Sultan’ın sandığından da çıksa, medeniyetin devamlılığına dair, imada bile bulunmaz.
Eskidikçe kıymetlenen eşyanın işi bitti, tozu alındıkça gençleşti. Âdem Aleyhisselam’dan başlayıp, binlerce yıllık insanlık tarihini ve bizim medeniyetimizi aydınlatan eşya ve onun öğretilmiş isimleri akıllara, aklı başında sorular düşürmeli.
Müslümanın eşyaya dair esas duruşu ne olmalı? Müslümanın eşya ile olan ilişkisi ve onu yorumlayış biçimi nasıl algılanmalı? Biz iman edenler, eşyanın insana bakan yüzü ile eşyanın yüzünü kendine çeviren insan arasındaki farkı bulabildik mi?
Evin her köşesinde el emeği göz nuru örtülerin bulunduğu zamanlarda, “yemek takımı” yoktu ve her biri diğerinden farklı olan birkaç parça tabakla onlarca misafir ağırlanabiliyordu. Bugün, devasa ve eskitme model ceviz yemek masamızda, 82 parça porselen yemek takımımızla, aynı anda toplam kaç “Tanrı Misafiri”ni doyurabiliriz?
Aldığımız her yeni eşyanın beraberinde bir de kullanma kılavuzu veriliyorken, kılavuzsuz eşyayı algılamada bile güçlük çekiyorken, bizim yerimize eşyamızı başkaları tanımlayıp önümüze koyuyorken ve biz de bunu “kolaylık” addediyorken, her “şey” bu kadar birbirine benziyorken, eşyayı nasıl müslümanca yorumlayabiliriz?
Durmadan dayanıklı tüketim malları alıp, yine de çok uzun süre onlara dayanamıyor oluşumuzu hangi “israf-kanaat” dengesizliğiyle açıklayabiliriz?
Alıcı gözüyle bakalım bir de, hangi “şey” iç dünyamızın simgesi? Hangi “şey”, dış dünyadakinin içimizde karşılık bulan yansıması?
Bundan 500 yıl sonra insanlığın, bugün kullandığımız eşyaya bakıp da, inancımıza, kültürümüze, geleneğimize dair en ufak bir bilgi sahibi olması mümkün mü?
Bundan 500 yıl sonra insanlık, bugün eşyayı çağırırken kullandığımız kelimelere bakıp da, “kişilik” kadar derin, anlamlı ve medeni bir kelime ile karşılaşabilecek mi?
Evimizdeki en eski ve en yaşlı eşyayı bulup çıkaralım ki, Türk-İslâm Medeniyeti’nin bir devamı niteliğinde olsun. Onu diğerlerinden ayıralım ki, yüzyıllar sonra ona bakan biri bizi; toplum, yaşayış, kültür, medeniyet ve ümmet olarak, doğru okusun. Bulabildiniz mi?


   
©Copyright-007-021 ▓®▓ ŝĪĮЅї╚ξ 83 ziyaretçi (99 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol