İkinci Ariza |
Ey bâd-i sabâ, ahde vefâ, böyle mi sizde?
Yelkenle koşarken hani, kırlarda, denizde
Hâtırlamadın Heybeli´den geçmeyi, heyhât!..
Gûyâ edecektin, hani, takdîm-i tahiyyât,
Hilvanlılann sevgili Abbâs´ına bizden.
Ey bâd-i sabâ, kurtulamazsın, elimizden.
Biz, neyse, fakat, Şairimiz var ki, belâdır;
Söz dinlemezsin, ukalâdır, sukalâdır.
Asrın hani yüz kıble değişStirse şu´ûnu,
Tek ibre bilir, kendisi ancak; o da: Burnu,
Bin söyle onun doğnudur, vechesi, şaşmaz,
Her hatvede sürçer, yıkılır, sulhe yanaşmaz.
Düşkünse bugün, kimse değil, kendisi bâdî,
Beyninde sekiz bin senedir, köhne mebâdî;
"Ergeç" tutacak bunları dünya diye bekler;
Zulmette pinekler gibi âvâre sinekler,
Yâhû, bu tuzaklarla beşer, avlanacak mı?
Yirminci asır akbabalardan da bunak mı?
İdrâke bakın... Sonra ömür altmışı geçmiş;
Aklın yeri başmış, yaş olaymış, ne güzelmiş,
Yetmez gibi vaiz kesilip ettiği kem küm,
İster edebiyyâta kadar, bulsa, tehakküm.
Hülyâ mı dedin, hem de ne dîvânece hülyâ,
Ahlâk ile zincirleyecek san´ati gûyâ!..
Bir yosma ki çıplak daha mûnis, daha dilber,
Endîşe-i nâmûs ile örtünse, ne derler!
Endîşe-i san´atle eder, hulki tehammül,
Endâmını, rü´yâ gibi örterse de bir tül.
Bir tül ki şafaklarla, seherler gibi şeffâf,
Bir tül ki durulmuş suların kalbi kadar sâf,
Bir tül ki esîrî mi nedir târ ile pûdu,
Örterken açar büsbütün âvâre vücûdu.
Artık bunu ölçüp biçecek terzi, tabî´î
Dört peşli giyen çulha değil, zevk-i bedî´î!..
Ey zevki-i bedî´îye kıyan şâir-i mecnun!..
İflâs-ı karîhayla bunaldın mı? Oh olsun.
Kumlarda sürün, inlere gir, dağlara tırman!
Kâbil mi senin bir daha ilhâma kavuşman,
Evrâd oku, efsunlu mürekkepli sular iç,
Bin bekle, bin uğraş... O perî gelmiyecek hiç!
Lâkin gelecek - evlere şenlik - sıra devler,
Bakkal, kasap, eczâcı, hekim, kahveci, berber,
Ev sâhibi, ekmekçi, manav, sebzeci, fulcu,
Silkip dökecek her biri koynundaki borcu.
Sen, dil dökeceksin, edebilsem diye heyhat,
Karşındaki yâranla bir ay sonra mülâkat.
Beyhûde o diller, o nefesler, o emekler,
Yâran seni terk etmiyecek, gitmiyecekler.
Ey san´ate zincir düşünen çâri-i evhâm!
Hasret misin ilhâma, evet, al sana ilhâm:
En seçme zebânîleri karşında cahîmin,
Boy boy gezedursun, kimi kâfir, kimi mü´min,
Döndükçe nazarlar sana şimşek gibi çaksın,
Kurtul görelim, şimdi, nasıl kurtulacaksın!
Feryâdına kimdir koşacak? Kim, kimi dinler,
"Burhan" diye inlerken ufuklarla zeminler,
İlvân-ı safânın kimi medyun, kimi müflis;
Gökkubbenin altında ne tek his, ne de mûnis!
Bir tane Paşa´m var, o da gördün ya, pamuklar
Düşkün diye, gitmiş, Yakacık´larda uyuklar!
Hâmiş:
Ey bâd-i sabâ, öyle değil sen beni dinle:
Son cümleyi yazdınsa, çizip kendi elinle,
Hâmiş de kenar bir yere çelş söyliyeyim yaz:
Elbet Paşa´mın nüsha-i sânîsi bulunmaz.
Tek nüsha çıkarmış, çıkarırken onu hilkat;
Tezhîbi de, tehzîbi de bambaşka hakîkat.
Şîrâzesi din, dîni salâbetle mücehhez;
Servetçe düşer, belki, fakat kendisi düşmez.
Allah´a dayanmış, onu sağlam bilir ancak;
Bilmez ne demektir pamuk ipliğine dayanmak. |
|