AshÂb-ı Suffa
Mescid-i Nebevî'nin arka tarafında kıble yönüne göre sol tarafta Rasûlullah'ın eşlerinin odalarının hizasında evsiz müslüman gençlerin ikameti için yapılan bölüme "Suffa", burada barınan ve genellikle bütün zamanlarını Rasûlullah (s.a.v.) ile geçiren Ashâbın genç üyelerine "Ashâb-ı Suffa" denir.
Hicret sonrasında kıble, henüz Mescid-i Haram yönüne çevrilmeden önce Mescid-i Nebevî'nin kuzey duvarına bitişik olan ve "Suffa" adı verilen bölüm ilk halinde hurma dallarından bir gölgelik ve sundurma olarak yapılmıştı. Bugünkü Mescid-i Nebevi'de Nisa kapısından girildiğinde koridorun sağında yer alır ve mescid zemininden yarım metre kadar yükseklikte bir mahfil şeklinde korunmaktadır.
Mescid-i Şerifin Suffasında kalan ve "Ashâb-ı Suffa" olarak ünlenen Sahabîlerin, Medine'de, ne ikametgahları, ne de yanlarına sığınacakları aşiret ve akrabaları vardı. Ailelerinden uzak, dünya meşgale ve gâilesinden âzâde ve tam mânâsı ile feragat dolu bir hayata sahibtiler. Kur'an-ı Kerim tilavetini öğrenip, Rasûlullah (s.a.v.)'in sohbet ve öğütlerini dinleyerek eğitildiler; sürekli eğitim alan öğrenciler olarak değerlendirilebilecek "Ashâb-ı Suffa" ticâret ve bir sanatla meşgul olmazdı. Rasûlullah (s.a.v.) hemen hergün mutlaka "Ashâb-ı Suffa" ile oturur, sohbet eder, yakından ilgilenirdi.
"Ashâb-ı Suffa" çoğu zaman oruçlu olur; gerektiğinde savaşlara da "mücahid" olarak katılırlardı. "Ashâb-ı Suffa"dan evlenerek aile kuranlar, Suffe'den ayrılırlar, yerlerini başka gençler alırdı. "Ashâb-ı Suffa"nın yiyecek-giyecek gibi ihtiyaçları genellikle Rasûlullah (s.a.v.) ve zengin sahabiler tarafından karşılanırdı.
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün, Ashâb-ı Suffa'nın başlarına durmuş, hallerini izlemiş fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri görünce şöyle buyurarak onların kalplerini hoş etmişti:
"Ey Ashâb-ı Suffa! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hal ve sıfatta ve bulunduğu durumdan razı olarak bana mülâki olursa, o benim dostlarımdandır."
Rasûlullah (s.a.v.)'e herhangi bir şey getirilince, "Sadaka mı, yoksa hediye mi" diye sorardı.
Getiren, "Sadakadır" cevabını verirse, gelen malzemenin tamamını el sürmeden Ashâb-ı Suffa'ya ulaştırırdı; "hediye" cevabını alırsa kabul eder ancak Ashâb-ı Suffa'ya da hisse ayırırdı.
Çünkü;Rasûlullah (s.a.v.) sadaka kabul etmezdi. Bir gün Ensar'dan birisi, bir tabak hurma getirmişti. Adama, "Sadaka mıdır? Hediye midir?" diye sordu. Adam, "Sadakadır" cevabını verince, Rasûlullah (s.a.v.) tabağı doğruca Suffa Ehline gönderdi. O sırada torunu Hz. Hasan, Rasûlullah (s.a.v.)'in önünde bulunuyordu. Tabaktan bir hurma alıp ağzına götürünce, Rasûlullah (s.a.v.) derhal müdâhale etti ve "Biz [Ehl-i Beyt] sadaka yemeyiz, bize sadaka helâl değildir!" buyurdu.
Bu bakımdan İslâm dini ve sünnet-i seniyyenin naklinde Ehl-i Suffa'nın üstün hizmet ve gayretleri oldu. Bu bakımdan İslâm tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ bir yer işgal eder.
"Ashâb-ı Suffa" medresesinde Rasûlullah (s.a.v.)'in rahlesinde yetişen genç Ashâbın bir kısmı İslam toprakları genişledikçe fethedilen beldelere İslam'ı öğretmekle , Kur'an talimi ve Sünnet-i Rasûlullahı anlatmakla görevlendirildiler. Bu dikkate alınarak Ashâb-ı Suffa "kurra" ; Suffa ise "Dârü'l-Kurra" olarak da adlandırılmıştır. Ashâb-ı Suffa'da eğitilenlerin toplam sayısı 400-500 olarak değerlendirilmiştir.
Ashâb-ı suffa hakkında Bakara Sûresindeki 273. ayetin nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir:
"Sadakalar, kendilerini Allah yolunda hizmete adamış fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşıp hayatlarını kazanmaya fırsat bulamazlar. Onların hallerini bilmeyen kimse, istemekten çekindikleri için, onları zengin sanır. Ey Habibim, sen onları yüzlerinden tanırsın. Yoksa onlar insanlardan ısrarla birşey istemezler. Ve siz her ne bağışta bulunursanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilir."
Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimde ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir. Onlar içinde Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya cihetiyle en şiddetli olanı Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz İbnu Cebel'dir, Feraizi en iyi bilen Zeyd İbnu Sabit'tir. Kur'an okumasını en iyi bileni Ubey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'dır. Ebu Zerr'den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi. Hz. Ömer (ra) (hased etmişçesine): "Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?" dedi. Resulullah (sav): "Evet Bu hasletleri onda var bilin!" buyurdular.
Ravi (r.a.):Enes
Kaynak:Tirmizi, Menakıb (3793, 3794)
SAHABE DOWNLOAD (542.kb. Yükle)
YERYÜZÜNÜN İLK MÜSLÜMANLARI