Abdurrahman
bİn Avf
[R.A.]
[ Miladi: 571-652 ]
Abdurrahman bin Avf, 571 yılında Mekke'de doğdu. Künyesi, Ebu Muhammed Abdurrahman bin Avf bin Abd-i avf el-Kureyşî ez-Zührî şeklindedir. Asıl adı Abdülkabe olup, bilâhare Rasûlullah tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi.
Cennetle müjdelenen bahtiyar on sahabeden; Aşere-i Mübeşşere'dendir. İslâm'ı kabul eden ilklerdendir. Hazret-i Ebubekir'den sonra, Rasûlullah'ın (s.a.v.) katıldığı cemaate namaz kıldırarak imamlık yapan ikinci kişidir. Abdurrahman'ın annesinin, Rasûlullah'ın (s.a.v.) doğduğu gece cereyan eden hadiselere şahit olduğu rivayet edilir. Rasûlullah'dan (s.a.v.) hadis-i şerif rivayet etmede çok hassas davrandı.
Cahiliyye devrinde bile içki içmeyen, güzel ahlâklı nadir insanlardandı. Genç yaşta ticaretle uğraşmaya başladı. Cahiliyye devrindeki kötü alışkanlıkların mevcudiyetine rağmen güzel ahlakıyla etrafındakilerin sevgisini kazandı. Hazret-i Ebubekir (r.a.) ile samîmî bir dostluk kurdu. Hazret-i Ebubekir (r.a.) vasıtasıyla İslâm ile müşerref oldu. Habeşistan'a giden müslümanlarla birlikte hicret etti. Oradan da Medine'ye gitti.
Rasûlullah (s.a.v.) Ensar ile Muhacir'i kardeş ilan ederken, O'na da kardeş olarak Medine'nin zenginlerinden olan Sa'd ibn Rebi' (r.a.) düştü. Dini inançları uğruna her şeylerini geride bırakan Mekkeli Müslüman muhacirler, Medine'deki ensarın her türlü desteğini yanlarında gördüler. Medineliler, muhacir kardeşleri için maddî-mânevî her türlü yardımı yapmaya çalıştılar; hiçbir fedâkarlıktan kaçınmadılar. Ensârın fedâkârlardan birisi de Rasûlullah (s.a.v.) tarafından Abdurrahman bin Avf'a kardeş olarak ilân edilen Sa'd, samîmî ve büyük bir teklifte bulundu. Medine'nin en zengini olduğunu, sahip olduğu her şeyini onunla paylaşmak istediğini söyleyerek malının yarısını almasını teklif etti. Ancak, Abdurrahman bin Avf (r.a.) teklifini kabul etmedi. Fedakâr kardeşinden tek isteği vardı, o da çarşının yolunu göstermesi. O, emeğinin karşılığı ile ve hiç kimseye yük olmadan geçinen bir insandı. "Kardeşim Sa'd! Siz bana çarşının yolunu gösterin yeter" diye mukabelede bulundu. Bu karşılıklı konuşmadan sonra çarşının yolunu kendisine gösterdiler. Doğruca çarşının yolunu tuttu ve önemli bir kazanç elde ederek geri döndü.
Abdurrahman bin Avf, Rasûlullah'ın (s.a.v.) bereket duâsına mazhar oldu. Rasûlullah (s.a.v.), malının çokluğu ve bereketli olması için ettiği duâdan sonra çok büyük bir servet sahibi oldu. O oranda da cömert davrandı. Bir seferinde yedi yüz deveyi yükleriyle birlikte fisebilillah tasadduk etti. Kendi ifadeleriyle, "Elime taş alsam, altın ve gümüş olduğunu gördüm" diyecek derecede büyük nimetlere mazhar oldu.
Zenginlikte ileri giden Abdurrahman bin Avf, malını ve mülkünü Allah yolunda sarf etmekte, cömert, ibadet ve taatine bağlı, takva ve hassasiyet sahibi, savaşta kahraman ve yiğit olanlar arasında da ileri gelenlerdendi. Buna rağmen, tevazu sahibi bir kişiliğe sahipti. Kendisinden daha fedakâr olanları yad ederken; "Benden daha hayırlı olan Mus'ab bin Umeyr şehit olduğunda kefen olarak bir hırkaya sarıldı. Başı örtülünce ayakları, ayakları örtülünce başı açıkta kalıyordu. Benden hayırlı olan Hamza da şehit olduğunda böyle olmuştu. Daha sonra servetimiz alabildiğine çoğaldı. İyiliklerinizin karşılığını bu dünyada almaktan ve ahrete bir şey kalmamasından korkarım" dedikten sonra gözyaşlarını tutamadı ve yemeğini de yiyemedi.
Abdurrahman bin Avf, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bütün savaşlara katıldı. Bu savaşlarda çok sayıda yara aldı. Sadece Uhud Savaşı'nda yirmiden fazla yara aldı. Bu savaşta vücuduyla Rasûlullah'ı (s.a.v.) korumaya çalışanlardan birisi de o oldu. Hatta ayağından aldığı yaralardan ötürü topal kaldı.
Rasûlullah, (s.a.v.) Dümetül-cendel üzerine (628) yapılan bir seferde O'nu emirliğe getirdi ve kendi elleriyle başına sarık sararak sancağı eline verdi. Tebük seferi sırasında imamlık ettiği namaza Rasûlullah da gelince iştirak etti. Böylece Hazret-i Ebubekir'den (r.a.) sonra o da Allah Rasulü'ne imamlık yapmış oldu. Yine vefatında Rasûlullah'ı (s.a.v.) kabrine indiren dört sahabeden birisidir.
İlk iki halifenin en büyük yardımcılarından birisi Abdurrahman bin Avf (r.a.) idi. Hazret-i Ebubekir döneminde halifenin istişare ettiği kişilerdendi. Hazret-i Ebubekir, vefatından sonra kimin halife seçilmesi gerektiği konusundaki görüş ve düşüncesini ilk ona açarak Hazret-i Ömer'in (r.a.) halife seçilmesi düşüncesini hastalandığı sırada ilk olarak O'na danıştı. Hazret-i Ömer döneminde de istişare görevini devam ettirdi.
Sahabeler arasında mümtaz bir yere sahip olan Abdurahman bin Avf'a, halifeye arz edilmekten çekinilen meseleler aktarılır; O da Hazret-i Ömer'e (r.a.) iletirdi. Geceleri sık sık Medine sokaklarındaki asayişi kontrol eden Hazret-i Ömer, genellikle kendisine çok yakın gördüğü Abdurrahman bin Avf (r.a.) ile beraber dolaşırdı. Halife, bir mecusi köle tarafından hançerlenince O'nu imamlığa getirerek, kendisinden sonra halifeyi seçmekle görevlendirdiği şuraya O'nu da dahil etti. Hazret-i Osman (r.a.), Hazret-i Ali (r.a.) ve kendisi halifeliğe aday idiler. Ancak, kendisi adaylıktan çekilerek halifeyi belirleme işini üstlendi. Üç gün üç gece boyunca yoğun bir çalışmaya girerek şura üyeleriyle tek tek görüştü. Bunların dışında; ordu kumandanları, halkın ileri gelenleri, kadın-erkek Medine halkı ve dışardan gelenlerle teker teker görüştü. Adeta yoğun bir kamuoyu araştırması yaptı. Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali yetkiyi tamamen kendisine verdiklerinden bu araştırmasının da sonucunda Hazret-i Osman'ı halife ilân etti. Hazret-i Osman devrinde de istişare görevine devam eden Abdurrahman bin Avf, gerekli gördüğü hallerde halife Hazret-i Osman'ı ikaz etti. Hac emirliği ile de görevlendirildi.
En zengin müslümanlardan birisi olan Abdurrahman bin Avf, vefatından önce sayıları yüz civarında olan Bedir şehidleri için ailelerine servetinden kişi başına dört yüz dinar verilmesini vasiyet etti. 652 yılında Medine'de vefat etti. Cenaze namazını Hazret-i Osman kıldırdı.