İmam Ca"fer, hicrî 17 Rabi-ül Evvel 83, miladî 699 yılında Medine"de dünyaya geldi. Babası Hz Ali"nin torunlarından Muhammed Bakır ve annesi Hz. Ebubekir"in torunlarından Ümmü Ferve"dir. Künyeleri, Ebu Abdullah, Ebu İsmail ve Ebu Musa"dır. En ünlü lakabı ise Sâdık"tır.
İslam coğrafyasında çeşitli kıyamların gerçekleştirildiği, Emevî saltanatının çöküş ve Abbasî saltanatının kuruluş yıllarında yaşadı. 733 yılında babası şehit edilince imamet makamına geçti.
750 yılında Emevi hanedanlığı yerine Abbasi yönetimi kurulunca, İmam Ca"fer"e bu yeni devletin başına geçmesi teklif edildi, ancak o siyasetten ısrarla uzak durdu, çünkü Abbasoğullarının hedefi de Ümeyyeoğulları gibi sadece kendi saltanatlarını pekiştirmekti.
Babası İmam Muhammed Bâkır ile birlikte Mescid"ün-Nebi"de oluşturdukları Ehl-i Beyt İlim Merkezi"de İslâm dinini ve tevhid inancını savunmaya gayret etti. İmam vasıtasıyla, isimleri rical kitaplarında geçen ve sayısızca eser veren birçok alim, fakih, muhaddis, filozof ve tabiat bilgini yetişti. İmam Ca"fer ve Ehl-i Beyt"ten olan evlâtlarının çabalarıyla, halk gerçek İslâm"a yöneldi.
İmam Ca"fer, imameti devrinde oluşan imkanları elden kaçırmayıp dini ilimleri geniş alanda yaymaya çalıştı. Kur"an, hadis, fıkıh, felsefe ve daha bir çok alanda binlerce öğrenci yetiştirdi. Öğrencileri arasında bir çok alim ve mutasavvuf vardır. Bunların başlıcaları, Muhammed b. Müslim, Hişam b. Hakem, Eban b. Teğlib, Hişam b. Salim, Câbir b. Hayyan"dır.
Hatta Ehl-i Sünnet alimlerinden olan Süfyan-ı Sevri, İbn-i Şihab, İmam Zührî, İmam Malik, İmam Ebu Hanife, Kadı Sekunî, Gazi Ebu'l Bahterî gibiler onun öğrenciliğini yapmakla övünüyorlardı.
Ehl-i Sünnet"in önde gelen müfesirlerinden olan Nakkaş, Sa"lebî, Kuşeyrî ve Kazvinî kendi tefsirlerinde İmam Ca"fer"den nakiller yapmışlardır.
İmam Malik, İmam Şafiî, Hasan bin Salih, Ebu Eyyub Sistanî, Ahmed bin Hanbel ve İmam Müslim de İmam Sâdık"dan hadis nakletmişlerdir.
Birçok fıkhî ve itikadî mezhep İmam"ın yaşadığı dönemde ortaya çıktı ki, İmam"ın bunlar karşısındaki tavırları, fikrî yönlendirmeleri, ilmî tartışma ve şer"î eleştiri niteliğini taşımaktadır.
8. yüzyılın ortaları 9. yüzyılın ilk yarısı, İslâmî düşünce, medeniyet ve kültür ile diğer milletlere ait medeniyet, kültür ve inançlar arasında geçen ilmî etkileşim ve gelişim asrı olma özelliğini taşımaktadır. Bu dönemde, tercüme alanında hızlı bir gelişme oldu. Felsefe ve diğer ilimlerle ilgili birçok kitap yabancı dillerden Arapça"ya çevrildi. Müslümanlar bu ilimlere karşı büyük ilgi gösterdiler ve onlarla ilgili tartışma ve araştırmalara daldılar. Bir takım ıslâh ve eklemelerle o ilimlerin genişleme ve derinleşmesine vesile oldular. Böylece İslâm toplumunda, ilmî ve kültürel alanda bir yenilenme dönemi başlamış oldu ve büyük bir hızla yayılan ilmî araştırmalar sonucu Müslümanlar, tıp, astronomi, kimya, fizik, matematik vb. ilim dallarında önemli ilerlemeler kaydettiler. Bu arada mantık, felsefe, düşünce ve inanç ilkelerini ihtiva eden kitaplar Yunanca, Farsça ve diğer dillerden Arapça"ya tercüme edildi ve Müslümanlar yeni felsefî düşünce ve inanç çizgileriyle aşina oldular.
Bu medeniyet ve kültür etkileşimi sonuçsuz kalamazdı. Müslümanlar arasında birtakım inkârcılığa dayalı yeni düşünceler, şüpheler ve bunlara meyleden kelâmî fırka ve inançlar belirmeye başladı. İşte böyle bir hengâmede İslâmî düşünce, kuvvetli inanç mekanizmasıyla bu batıl anlayışlarla savaşa girişmiş, ciddî bir ilmî ve kültürel çekişmeden sonra bütün batıl inançları kendi önünde eğilmeye mecbur etmiş ve sel gibi İslâm toplumuna akan bu batıl anlayışların önüne set çekmiştir. Bu ilmî ve fikrî çekişmeler, etkileşimler ve gelişimler İmam Sâdık dönemine denk gelmiştir. O dönemde İslâm toplumu değişik sahalarda meydana gelen birçok gelişmeler sonucu siyasî, toplumsal ve ekonomik alanda birçok problemle karşı karşıya kaldı ki bu meselelerin hepsine, İslâm anlayışına göre cevap vermek kaçınılmaz gerçeklerden biriydi. Neticede İslâm alimleri daha faal olmak durumunda kaldılar ve doğal olarak değişik fıkhî mezhepler ortaya çıktı. Bütün bu anlatılanlar göz önüne alındığında, İmam Sâdık dönemindeki fikrî, kültürel ve ilmî ortamın genel görüntüsünü zihinde canlandırmak mümkündür.
İmam Sâdık, işte böylesi bir ilmî, fikrî, kültürel ve akidevî çekişmenin yaşandığı bir ortamda hiçbir ilim ve marifet erbabının karşı koyma imkânı olmayan bir dinî lider ve ilim ve irfan makamı olarak kendi ilmî ve akidevî sorumluluklarını yerine getiriyor, ilim ve irfan çeşmeleri fışkıran kimsenin ulaşamayacağı bir zirve misali, kendi dönemindeki ilim ve irfan erbabını marifet ve ilim nuruyla aydınlatıyor ve İslâm binasının sarsılmaz temelini oluşturuyordu.
Böylece zalimlerin ve birtakım saray kulu tarihçilerin, İmam"ın şahsiyetini karalamak için gösterdikleri daimî çabalara rağmen, İmam"ın şahsiyeti parlak bir yıldız gibi İslâm semalarında parlamaya devam etmekte ve İslâm dininin ilmî merciliğini korumaktaydı.
İmam Sâdık"ın ilmî çalışmalarında iki hedefi anlaşılmaktadır:
Birinci hedefi, kendi döneminde yaygınlık kazanan sapık kelâmî ve felsefî fırkaların tevhide aykırı batıl inançlarına karşı İslâm"ın tevhid inancını korumaktı. Tevhit inancının asaletini muhafaza edebilmek için tevhit inancıyla ilgili en cüz"î konuları bile açıklığa kavuşturmuştur. İmam Sâdık, bir taraftan tevhid inancını müdafaa maksadıyla “Deysanî” ve “İbn-i Ebi"l-Avca” gibi küfrün temsilcileriyle fikrî mücadeleye girişirken, diğer taraftan da Ehl-i Beyt"e rablık ve ilâhlık sıfatlarını yakıştıracak derecede ileri giden gulâtla da mücadele etmiştir.
İkinci hedefi ise, İslâm dinini yaymak, İslâmî ilimleri daha da pekiştirmek ve gerçek içeriğini ortaya koymaktı. Dolayısıyladır ki, Ehl-i Beyt imamları"nın hiçbirinden İmam Sâdık"dan nakledildiği kadar hadis nakledilmemiş ve fıkhî hükümler başta olmak üzere ondan İslâmî öğreti ve içeriğine dair gelen açıklamalar hiçbir Ehl-i Beyt İmamı"ndan gelmemiştir.
Denilebilir ki, İmamiyye şia'sının fıkhı İmam Ca"fer tarafından tedvin edildi. Bundan dolayi Ehlibeyt mezhebine, imam'a atfen Ca"feri Mezhebi denilmektedir.
Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen kelâmcılarından olan Şeyh Müfid diyor ki: “İmam Bâkır"ın vefatından sonra, çocukları arasından İmam Sâdık imamet makamına ulaştı. İmam Sâdık, ister Şia, ister Sünnî toplumu nezdinde kardeşleri arasında fazilet ve ilim bakımından en iyi, en tanınmış ve en seçkin olanıydı. İmam Sâdık"dan naklen bütün İslâm âlemine yayılan ilim ve irfan, İmam"ın kardeşlerinin hiçbirinden nakledilmemiştir.
754 yılında Abbasi tahtına Ebu'l-Abbas"ın yerine oğlu Mansur sultan oldu.
Ancak İmam Sâdık, imametinin son yıllarında Abbasi sultanı Mansur'un baskılarına maruz kalarak zor günler geçirdi. Emeviler tarafından ehl-i beyt"e yapılmayan zulümler Abbasiler eliyle yapıldı.
Sultan Mansur, altıncı imamın Medine'de yakalanmasını emretti. Daha önce Abbasi Sultanı Seffah'ın emriyle de yakalanıp Irak'a götürülmüştü.
Bir süre imamı göz altında tutuldular. Defalarca onu öldürmek istediler ve ihanetler ettiler. Bilahare Medine'ye dönüş iznini verdiler. İmam Medine'ye döndü. Denilebilir ki geri kalan ömrünü inzivada geçirdi.
İlim, amel, takva, fazilet ve ibadette mü"minlere güzel bir örnek olan İmam Ca"fer es-Sâdık, 65 yaşında iken hicri 148, miladi 765 yılında Receb ayının on beşinde ya da Şevval ayının yirmi beşinde Medine"de Abbasî sultanı Mansur'un emriyle zehirletilerek şehit edildi. Medine-i Münevvere'de Bâkî mezarlığına defnedildi.