Müslümanlar, uzun bir zamandır çeşitli ihtilaf ve çekişmelerle iç içe yaşamakta.
Bugün yeryüzünde hangi müslüman topluma bakarsanız bakın, birlik ve beraberliğin, hakka ve hayra birlikte yürüme anlayışının yerini, her türlü çekişme ve kargaşanın aldığını göreceksiniz.
Çoğunun nereden ve nasıl çıktığı meçhul bu çekişmeler sadece toplum hayatındaki nizam ve intizamı bozmakla kalmamış, insanların iç dünyalarına da sirayet ederek Hakk’a teslimiyetini de yaralamış bulunuyor.
Nerede hayırlara doğru bir yöneliş varsa, bu çekişme ve nefsani muhalefetten nasibini alıyor, zaman ve emek kaybı doğuyor, bazen de güzel niyetler bir sonuca ulaşmadan akamete uğruyor. Yazık ki bu durum hem ferdî yönelişler için geçerli, hem de bir topluluk olarak yapılan yönelişler için.
İslâm tarihi boyunca örneklerini sıkça gördüğümüz bu çekişme ve nefsani ihtilaflar, özellikle son yüzelli-ikiyüz senedir, müslüman toplumların adeta bir özelliği haline gelmiş durumda.
Bu ihtilaf ve çekişmeler, bugün müslümanların karşı karşıya bulunduğu büyük sorunların en önemli sebeplerinden biri olduğunu herkes kabul ve itiraf ediyor.
“Asgari müşterekler” tabirini bilirsiniz. Ne kadar çok fikir ayrılığı bulunursa bulunsun, bir meseleyi halletmek üzere bir araya gelen taraflar, bu asgari müşterekler etrafında birleştirilmeye çalışılır. Bir düşünürsek dili, rengi, memleketi ne olursa olsun, müminler için aslında asgari müşterekler değil, azami müşterekler söz konusudur. Çünkü kitap bir, kıble bir, rehber aynı. Ve Alemlerin Rabbi’nin fermanı ortada: “Müminler kardeştir.”
Bundan daha büyük bir müşterek olabilir mi?
Zaten Kitab-ı Mübin’i okuyan müminler, “Gerçek şu ki, mümin erkekleri ve mümin hanımları belaya uğratanlar ve sonra da tevbe etmeyenler yok mu? İşte onlara cehennem azabı vardır.” (Buruc/10) ilâhî ihtarının da farkında olmak zorundalar.
Ne var ki Allah’ın dinini sadece günlük ibadetlerle sınırlı sayarak fitneye alet olanlar, asıl dindarlığın insanlar arası münasebetlerde ve güzel ahlâkta olduğunu unutmuş gözüküyor. Allah Rasulü A.S. “din muamelattır” buyurmuyorlar mı?
Müminler, hayra koşmada, hizmette, Allah rızasını aramada gereksiz ihtilaf ve çekişmelerle birbirlerinin yolunu kesedursunlar, bakın Rabbimiz ne buyuruyor: “Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük fesat olur.” (Enfal/73)
Bu ayet-i kerimeye bakınca, yardımlaşmanın yerini çekişme ve ihtilaflar alınca, doğan fitnenin sadece müslümanları etkilemediği, bütün insanlık aleminde bozulmaya sebep olduğu açıkça anlaşılıyor. Çünkü müminlerin yeryüzünde denge unsuru ve insanlığa örnek olma vazifesi vardır. Bu durumda biz, dünyada kargaşadan, huzursuzluklardan söz ediyorsak, önce kendi muhasebemizi yapmakla yükümlü değil miyiz?
Gerçekten de müminler arasındaki çekişme ve kargaşa yani fitne, toplumda huzur ve barışın, iki dünyada hayırlara kavuşmanın önünde büyük bir engeldir.
Bir konuda takındığımız tavır ve yaptığımız muhalefet, bir hakikatin ortaya çıkmasına yönelik değilse bir fitne unsuru olma ihtimaliyle karşı karşıya bulunduğumuzu unutmamalıyız.
Bilmeliyiz ki, insanın kalbini, aklını ve gönlünü hak ve hakikattan saptıran fikir ihtilafı fitnedir.
İnsanları sıkıntıya, belaya düşürmek, karışıklıklara sebep olmak da fitne çıkarmaktır. Allah’ın Rasulü A.S. bu tür fitne için, “Fitne uykudadır, bunu uyandırana Allah lanet etsin” buyuruyor.
Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in buna benzer sayısız uyarılarının yanı sıra, Kur’an-ı Kerim’de otuzdört ayetde fitne kelimesinin geçiyor olması, bu konuda ne kadar hassas olmamız gerektiğini açıkça ortaya koyar.
Çünkü fitne, dinî, ahlâki, toplumsal ve ilmî çöküşü içine alacak kadar tehlikeli ve geniştir.
Fahr-i Alem A.S. Efendimiz, “Yakında fitneler ortaya çıkacaktır. O zaman oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır.” buyuruyor.
Bu hadis-i şerifte, kişinin fitneye ne ölçüde bulaşırsa o nisbetle sorumlu ve günahkâr olacağının işareti veriliyor.
Bakara Suresi 217’nci ayette “öldürmekten daha ağır” olarak nitelendirilen fitneden kurtuluş reçetesini yine Efendimiz A.S., sahabeye hitaben bizlere şöyle veriyor:
“İyiliklere sarılın, kötülükten de kaçının. Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen nefsani arzu, ahirete tercih edilen dünyalık görür, görüş sahiplerinin sadece kendi görüşlerini beğendiklerini görürsen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zira bütün bunlar yaygınlaşınca sabra sarılmanız gereken günlerdesiniz demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin mükafatı verilecektir.”
Evet; bu devirde fitneye bulaşmak da çok kolay, dikkati olup korunarak büyük ecirler almak da.
O halde kalbî yaşantımızda, evimizde, işimizde, içinde bulunduğumuz hayır-hesenat işlerinde bir tercihle karşı karşıyayız demektir.
Dünyamızda huzur, ebedî alemde saadet bu tercihimize bağlı. Yani niyetlerimize ve hal-hareketimizdeki dikkatimize…
Cenab-ı Mevlâ hepimizi muhafaza buyursun.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.