Fuzuli |
Gerçek adı Mehmed B. Süleyman´dır. Kerbelâ´da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dolaylarındadır. 1556´da Kerbelâ´da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan´ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.
Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir.
Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun´dur.
Türkçe Divan´ının önsözünde şiir anlayışını ifade eden Fuzûlî, şiir gibi bir sanat şubesinin ilimsiz olmayacağının şuûruna vararak, "İlimsiz şiir, esası yok duvar gibi olur ve esassız duvar gâyette bî-îtîbar olur" diyerek aklî ve naklî ilimlerden olan hadis, tefsir, kelam, fıkıh gibi İslâmi ilimleri; mantık, hendese, astronomi ve tıp gibi aklî ilimleri öğrenmiştir.
Fuzûlî´ nin yaşadığı coğrafya, gerek İslâmiyet öncesi devirlerde ve İslâmiyet´ in hakim olduğu devirlerde, devamlı, büyük kargaşanın yaşandığı ve bunun sonucu olarak, her karış toprağına kan ve hüzün sinmiş bir coğrafyadır. En büyük acı, Kerbelâ vak´asında Hz. Hüseyin´ in şehit edilmesidir ki, İslâm tarihinin en trajik olayıdır. Bu ızdırap dolu iklimin çocuğu olan Fuzûlî´nin şiirlerinde ilk dikkat çeken tematik özellik, ızdıraba dayalı, lirik bir aşktır. Klasik Türk şiirinin kavuşma yerine ayrılık tema´ sını idealize etmesi de, Fuzûlî´nin ızdırap anlayışıyla çıkmış ve böylece "muzdarip şair Fuzûlî" doğmuştur. Şiirlerindeki lirizmin temelinde evrensel bir beşeri özellik olan ızdırap yatan Fuzûlî, şiirlerinin fonuna tasavvufu yerleştirerek aşk ve mistisizm gibi iki erişilmezlik anlayışını birleştirmiştir.
Sanat ile ilmi bir arada kaynaştıran Fuzûlî, üç dili de bilmesine rağmen, Türkçe şiirlerinde, kolay anlaşılabilen ve devrinin ortalama insan zümrelerinin konuştuğu bir dil kulanmış; pek ağırlıklı Arapça ve Farsça unsurlar kullanmamıştır.
Fuzûlî, bir aşk şairidir. Bütün şiirlerinde aşkını anlatmıştır. Bu aşk, maddi ve beşeri aşktan başlayarak ilâhî, tasavvufî aşka gitmiştir. Fuzûlî, gençliğinde aşk şiirleri yazmış, sonra bunu bırakarak ilim ve marifet öğrenme yoluna gitmiştir. Şairin gençlik hevesiyle söylediği şiirler maddî ve beşerî aşkı, ilim tahsilinden sonra yazdıkları ise tasavvufî aşkı anlatan şiirlerdir. Fuzûlî de aşkın böyle beşerî aşktan nasıl yavaş yavaş sıyrılarak ve maddeden uzaklaşarak ilâhî, tasavvufi aşka eriştiği Leylâ ve Mecnûn mesnevisinde de en iyi şekilde görülür. Leylâ ile Mecnûn´un aşkları okulda maddî bir aşk olarak başlar ve eserin sonunda ilâhî bir aşk hâline gelir.
Fuzûlî?nin aşkına konu olan sevgili, eti ve kemiğiyle somut olarak kendini belli etmez. Her şiirde aynı özellikleri taşır; hep bir örnektir, soyuttur. Yani Fuzûlînin sevgilisi ilâhî sevgilidir; Allah´tır. Böylece Fuzûli?nin hemen bütün şiirlerindeki aşk tasavvufi âşktır.
Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran´ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir.
Türkçe, Arapça ve Farsça´ nın geçerli olduğu bir coğrafyada yaşayan Fuzûlî, bu üç dil ile şiir yazacak kadar dili vukûfu ve şuûru olan bir şairdir. Gençlik yıllarında yazdığı aşk şiirlerinde, muhtemelen Türkçe´ yi kullanan Fuzûlî, daha sonraları Farsça çoğunlukta olmak üzere Arapça ile de şiirler söyleyerek, yaşadığı edebî atmosferin bir aynası olmuştur.
SU KASİDESİ
Kaside Der Na´t-ı Hazret-i Nebevî
1.Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su
2.Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
3.Zevk-i tigından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su
4.Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su
5.Suya versin bağ-ban gülzar-ı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin-gülzâre su
6.Okşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su
7.Ârızın yâdiyle nem-nâk olsa müjgânım n´ola
Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
8.Gam günü etme dîl-i bîmardan tigin dirig
Hayrdır vermek karanı gicede bîmâre su
9.İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bu sahrada benim´çün âre su
10.Ben lebim müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su
11.Ravza-ı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâre su
12.Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su
13.Dest-bûsu arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anunla yâre su
14.Serv ser-keşlik kılar kumru niyâzından meğer
Dâmenin duta ayağına düşe yalvare su
15.İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mîzacına gire kurtâre su
16.Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr´e su
17.Seyyid-i nev´i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ
Kim sepübdür mu´cizâtı âteş-i eşrâre su
18.Kılmağ için taze gül-zâr-i nübüvvet revnakın
Mu´cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su
19.Mu´ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su
20.Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr´e su
21.Eylemiş her katreden bin bahr-i rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû için gül-i ruhsâre su
22.Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû için gül-i ruhsâre su
23.Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su
24.Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister salar nûr
Dönmez ol der-gâhdan ger olsa pâre pâre su
25.Zikr-i na´tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer mey-hâre su
26.Yâ Habîbâ´llah yâ Hayr´el-beşer müştâkınam
Eyle kim leb-teşneler yanıb diler hemvâre su
27.Sensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi´rac´da
Şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su
28.Çeşm-i hûr-şidden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi´mâre su
29.Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dîl-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsanın sepe ol nâre su
30.Yümn-i na´tinden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü´lü-i şeh-vâre su
31.Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda Rûz-ı Haşr
Eşk-i hasretten dökende dîde-i bîdâre su
32.Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
Günümüz Türkçe'siyle
1) Ey göz, gönlümdeki ateşlere, gözyaşından su saçma, böylesine tutuşan ateşlere su çare kılmaz.
Bu beyitte Fuzulî gönlünde aşk ve ıztırabı ateşlere, gözyaşını ise, suya benzetmiştir. Su ile ateş birbirine zıttır. Su ateşi söndürür. Fakat gönül ateşi maddî değil, manevîdir. Bundan dolayı gözyaşları insanın içindeki ateşi söndürmez. Bu beyit bize Fuzulî´nin muztarip, duygulu bir insan olduğunu gösteriyor. Bu beyitte tekrarlanan (s, g, d, k) konsonantları (ünsüzleri) ile (o, ö, u) vokalleri (ünlüleri) bir ahenk vücuda getirmektedir.
2) Dönen günbedin rengi mi mavidir, yoksa gözümden akan su mu onu çepçevre çevirmiştir, bilmiyorum.
Bu beyitte geçen "âb-gûn" kelimesi hem suya benzer, hem mavi renk mânâsına gelir. Fuzulî gözyaşlarının gök kubbeyi çepçevre kuşattığını söylemekle mübalağa sanatı yapıyor, gökyüzünün renginin mavi mi, yoksa gözyaşlarından dolayı mı böyle göründüğünü bilmediğini söylemekle "tecahül-i arifane" de bulunuyor. Gökyüzü, için "günbed-i devvar" (döner kubbe) tamlamasını kullanmakla da şair, gökyüzü ile göz arasında bir münasebet kuruyor. Bu beyitte tekrarlanan (n ve g) konsonlarıyla ince ve kalın yuvarlak vokaller hususî, bir âhenk vücuda getiriyor.
3) Kılıcının zevkinden gönlüm parça parça olsa, şaşılmaz, zira su zamanla duvarda yarıklar bırakır.
Fuzulî´nin bu beyitte "zevk-i tîg-kılıcının zevki" tamlamasını kullanması psikolojik bakımdan dikkati çekicidir. Fuzulî sevgilisinin verdiği acıdan şikâyet etmez, tam tersine zevk duyar. Burada söz konusu olan kılıç sevgilinin keskin bakışıdır. Şair, senin kılıca benzeyen bakışlarının yerdiği acı´ bana zevk" verir fikrini "zevk-i tîg" tamlaması ile özetlemiştir. Divan şairleri bu nevi kısa, özet veya yoğun sözlerden hoşlanırlar. Onları okuyucunun çözümlemesi lâzımdır. Şair, kılıcın gönlünü çak çak (parça parça) etmesi ile suların duvarda yarıklar hâsıl etmesi arasında bir bağlantı kuruyor. Divan şairleri çok defa kılıç deyince suyu hatırlarlar. Bunun sebebi kılıcın imal edilirken su ile çelikleştirilmesidir. Bir klişe olarak kullanılan "âb-ı tîg" (kılıç suyu, kılıcın parlaklık ve keskinliği) tamlaması da onlarda su hayalini uyandırır.
4.Yaralı gönül senin (peykân)ından korka korka bahseder. Yaralı olan suyu ihtiyatla içer.
Bu beyitte geçen "peykân" sözü okun ucundaki demir mânâsına gelir. Bu da sevgilinin kirpiklerine tekabül eder. Sevgilinin oka benzeyen kirpikleri âşığı yaralar, yaralılar da suyu ihtiyatla içerler.
5.Bahçıvan boşuna zahmet çekmesin, gül bahçesini suya versin, bin gül bahçesine su verse, senin yüzün gibi bir gül açılmasına imkân yoktur.
Bu beyitte sevilen varlığın yüzü ile gül arasındaki benzeyiş dolayısıyla ikisi arasında bir mukayese yapılmıştır. Fuzulî su redifi vasıtasıyla hayali genişletiyor. Araya bahçıvanı da katıyor. Sevgili, güzellik ve başka vasıfları bakımından gülden üstündür. Şair, su vermek ile de oynuyor. Birinci mısrada "suya vermek" sözü mecazî olarak yok etmek mânâsına kullanılmıştır.
6. Yazı yazan (hattat) kalem gibi gözlerine kara su inse de, senin yüzünün hattına benzer bir hat yazamaz.
Bu beyitte "gubar,´ muharrir, hat, hâme ve kara" kelimeleri arasında tenasüb sanatı vardır. Bu kelimeler birbirleriyle ilgilidir. Hat, yazı sanatıdır. Gubar, hat sanatında bir yazı çeşididir. Şair, kalem, kara ve muharrir kelimelerini hat sanatı ile münasebeti bakımından zikrediyor. Divan şairleri sevgilinin yüzündeki ince tüyleri hatta (yazıya) benzetirler. Sevgilinin yüzünün hatları, hattatın yazdığı yazılardan çok daha güzeldir. Hattat, gözlerine kalem gibi kara su ininceye dek, yani kör oluncaya kadar yazı yazsa, senin yüzünün hattına benzer bir yazı yazamaz. Şair "okşamak" kelimesini hem benzetmek, hem yüz dolayısıyla sevmek mânâsında kullanmıştır. Kalem (hame) gibi gözüne kara su inmek sözü, mecazî olarak kör olmak mânâsına gelir.
7.Yanağını hatırlarken kirpiklerim ıslansa bunda şaşılacak ne var? Gül yetiştirmek isterken, dikene verilen su boşa gitmez.
Fuzulî bu beytinde gözyaşını tatlı bir alayla yumuşatıyor. Beyit, birbiriyle ilgili şu benzetmelere dayanıyor: Yanak-gül, kirpikler-diken, gözyaşı-su. Bu beyitte eskilerin "leff ü´ neşir" (sarma ve açma) dedikleri bir sanat vardır. Bu sanat, aralarında münasebet bulunan iki veya üç şey zikrederek karşılıklarını (benzerlerini) söylemek suretiyle yapılır.
8.Gam günü hasta gönülden kılıcını (kirpiklerini, bakışını) esirgemek gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.
Fuzulî, burada da ok (kılıç) -su-yaralanma mazmununa dayanıyor. Karanlık gece ile sevgilinin kara gözleri arasında da münasebet vardır.
9.Gönül, ondan ayrı olduğun zaman, onun peykinin (oka benzeyen kirpiklerini) isteyerek, hasretini teskin etmeğe çalış. Susuzum, git bu çöl de benim için su ara.
Kılıca olduğu gibi peykâna (ok ucuna) da su verilir. Şairin "git bu çölde benim için su ara" demesi demirin kuruluk bakımından çöle benzemesinden, demirde ve çölde gizli olarak su bulunmasından dolayıdır. Şairin asıl özlediği sevgilisinin bakışlarıdır.
10. Ben dudağına karşı büyük bir arzu duyuyorum. Kuru sofular ise, kevser istiyorlar; böylece sarhoşa şarap,´ ayık insana da su hoş gelir.
Bu beyitte dudak kırmızılığı dolayısıyle içkiye benzetilmiştir, ve sarhoşa (aşığa) uygun görülmüştür. Kevser Cennet´te bir havuzun adıdır. Dîvan şairleri aşk ile kendinden geçenlerle kuru sofuları karşılaştırmaktan ve aralarındaki tezadı belirtmekten hoşlanırlar. Aynı beyitte birbirine paralel olan dudak-şarap, âşık-sarhoş, kevser-su, zahid-ayık insan benzetmeleriyle Fuzulî bir leff ü neşir sanatı yapmıştır.
11. Su, durmadan senin mahallendeki bahçeye doğru akıyor. Galiba o, hoş yürüyüşlü sevgiliye âşık.
Fuzulî´nin küçük bir tablo teşkil, eden bu beyti de birtakım gizli benzetmelere dayanır. "Serv-i hoş-reftar"dan maksat uzun boylu, güzel yürüyüşlü, sevgilisidir. Sevgilinin bahçesine doğru akan su âşıktır. Dîvan şairleri sevgilinin boyu için "revan" (akıcı) sıfatını da kullanırlar. Servi kelimesi, şairde su çağrışımı uyandırmıştır.
12. Toprak (set) olarak sevgilinin köyüne giden suyun yolunu kessem gerek. Zîra o benim rakibimdir. O köye gitmesine engel olmalıyım.
Şair burada yine servi dolayısıyle rakibini suya benzetiyor. Toprak olmak kelimesi mecazî olarak, ölmek mânâsına gelir. Fuzulî, bu kelimeyi hem, hakikî, hem mecazî mânâda kullanıyor.
13. Ey dostlar, eğer onun elini öpme arzusu ile ölürsem, toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin.
Fuzulî ince bir hayale dayanan bu beytinde (s) aliterasyonu ile (u) asonansının doğurduğu âhenkten de istifade ediyor.
14. Servi, kumrunun yalvarmalarına karşı dik başlılık ediyor. Su gitsin de onun eteğine sarılıp ayağına düşsün yalvarsın.
Servi ile kumru çok defa bir arada bulundukları için birbirlerine âşık sayılırlar. Servi, güzel boylu sevgiliye, kumru yalvaran âşığa benzer. Şair, servinin uzun oluşu ile dikbaşlılık arasında bir münasebet bulunuyor. Servi ağaçlarının dibinden akan su da bir arabulucuya benzetiliyor. Şair bu beyitte servi, kumru ve suya insana has vasıflar vermek suretiyle "teşhis" ediyor ve âdeta tabiatı masallaştırıyor.
"Servi", vahdeti (Allah) "su", peygamberi, "kumru" kulu temsil eder. Beyitte arka planda böyle bir mânâ da vardır.
15. Gül dalı bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. Su, gül dalının damarına girerek bülbülü kurtarmalıdır.
Renk kelimesi, renkten başka şekil, suret ve hile mânâlarına da gelir. Şairin burada onu kullanması gül ve bülbülün kanı dolayısıyledir. Gül, kendisine kırmızı renk sağlamak maksadıyle bülbülün kanına girmek istiyor. Divan şiirinde gül ile bülbül arasında bir aşk münasebeti olduğundan bahsedilir. Şair bu beytinde de gül, bülbül ve suya insanî vasıflar izafe ediyor.
16. Su temiz tabiatını âleme aydınlık (berrak) kılmış ve Hazret-i Muhammed´in, yoluna girmiştir.
Şair bu beytinde su ile Hazret-i Muhammed´e uyan, onun yolunda giden mümin arasında bir münasebet buluyor. Temizlik dolayısıyle İslâmiyet suya büyük önem verir. Su maddî ve manevî temizliğin sembolüdür. Suyun vasıflarından biri berrak oluşudur. İyi mümin de öyledir. Onun gönlü de su gibi aydınlık, herkese açıktır.
17. Seyyid-i nev´-i beşer (insan ney´inin efendisi, Hazret-i Muhammet) seçkinlik incisinin denizidir. Onun mucizeleri kötülerin ateşi üzerine su serper.
Burada su redifi dolayısıyla Peygamber bir seçkin inciler denizine benzetilmiştir. Onun din denizi seçkin inciler yetiştirir. O, kötülük ateşlerini söndüren bir sudur. Su ile ateş arasında tezat vardır. Burada ateş kötülüğün, su iyiliğin sembolü olarak kullanılmıştır,. Bu beyitte seyyid, ıstıfa, sepmek), (beşer, ateş-i eşrar) kelimelerinde aliterasyon vardır.Hz. Muhammed doğduğu zaman ateşperestlerin ateşleri sönmüştür. Beyitte bu mucizeye de telmih vardır.
18. Peygamberlik gül bahçesinin canlılığını tazelemek için mermer taşı mucizinden su akıtmış.
Peygamberlik gül bahçesine su verince gül tazeleniyor. Gül Peygamberimize izafe edilen bir çiçektir. Peygamberlik müessesesi onunla taze kalmış, Son peygamber olan Peygamberimizin mucizelerinden biri kara taştan su akıtmak. Bu mucize peygamberliğinin kabulü ve yeni bir gül açılması, peygamberlik bahçesinin parlaklığının tazelenmesidir.
19. Onun mucizi âlemde öyle nihayetsiz bir hidayet denizidir ki, binlerce kâfir tapınağına (Mecusî tapınağına) o denizden hidayet ermiştir.
Peygamberimiz (S.A.V) doğduğu zaman vukua gelen harikulade hadiselerden biri de sönmeyen ateşlerin sönmesi (Mecusî ateşlerinin sönmüş olması)dir. Bu hadiseye telmih eden Fuzulî´ye göre peygamberimizin mucizesi öyle sonsuz bir deniz imiş ki, binlerce kâfir ateşgedesindeki ateşi söndürmeğe yetmiştir.
"Yetmiş" kelimesi hem "erişmiş" hem de "kifayet etmiş" mânâlarına gelir. Burada kifayet etmiş mânâsında tevriye!i kullanılmıştır.Ayrıca su-ateş arasında tezat vardır.
20. Şiddet günü Ensar´a parmağından akıttığı suyu kim işitse, hayretle parmağını ısırır.
Tebuk seferinde (şiddet günü) susuz kaldıkları zaman Peygamberimizin parmakları arasından oluk oluk su akmış. Bunu duyan hayretinden parmağını ısırır. Bu hadise de kullara hayret veren bir mucizedir.
21. Dostu, yılan zehri içse, ebedî hayat suyuna döner, düşmanı su içse mutlaka yılan zehri olur.
Peygamberin dostlarından maksat, hayatında iken, ona uyan sahabelerle, onun yolundan giden Müslümanlardır. Aynı imana sahip oluş, onlara da manevî bir güç verir ve onlar bu manevî güç ile, kötülükleri iyiliğe döndürebilirler. Buna karşılık, düşmanları için iyi şeyler böyle kötü bir mahiyet alır. Şair bu fikri, yılan zehrinin ebedî hayat suyuna veya tersine ebedî hayat suyunun zehre dönüşmesi sembolü olarak ifade ediyor. Burada tezat sanatı vardır.
22. Abdest almak için yanağının gülüne su serpince, her damla sudan bin rahmet denizi dalgalanmıştır.
Şair borada "gül-i ruhsar" tamlaması ile Peygamber´in yanağını güle benzetmiştir. Abdest alınırken yüz yıkanır. Peygamber´in yüzüne değen su, onun manevî gücü ile çoğalıyor, bir damladan bin rahmet denizi doğuyor. Damla ile deniz arasında tezat vardır. Bu tezat ve benzetme tasavvufta birlik (vahdet) ile çokluk (kesret) u belirtmek için kullanılır. Çok, birden doğar. Başlangıçta ilk Müslüman olan Hazret-i Muhammed tek idi. Daha sonra, Müslümanların sayısı yüzlerce milyonu aştı. Allah´ın insanlara acıması mânâsına gelen rahmet, Türkçe´de mecazî olarak yağmur mânâsına da gelir. Yağmur milyonlarca damladan oluşur.
23. Su senin ayağının toprağına erişeyim diye durmadan, ömürler boyu başını taştan taşa vurarak âvâre gezer durur.
Her yıl, yüz binlerce Müslüman, dünyanın dört bir yanından Hacc´a giderler. Peygamber´in mezarını ziyaret ederler. Şair, sulara da böyle kutsal bir duygu yüklüyor. Suların başını taştan taşa vurması, hem hakiki, hem mecazî mânâda kullanılmıştır. Hayat ile su arasında münasebet olduğu için şair ömür kelimesini kullanmıştır. Muttasıl kelimesi Arapça "vasl" (ulaşan, kavuşan) kökünden gelir. Bu beyitte teşhis sanatı vardır.
24. Su ister ki, senin dergâhının toprağına zerre zerre nur salsın. Parça parça olsa bile su o dergâhtan dönmez.
Toprak, su ve ışık zerre zerre, parça parça olurlar. Su ışığı yansıtır. Şair, su ve ışığın bu özelliklerine manevî bir mânâ da veriyor. Burada su ve ışığın zerre zerre veya pare pare olması sevginin gücünü ifade eder.
25. Senin na´tını zaman zaman tekrarlamayı hata ehli derman bilir. Tıpkı sarhoşun ayılması için yüzüne su serpmesi gibi.
Hata kelimesi yanlış ve günah mânâsına gelir. "Ehl-i hata"dan maksat, yanlış yola sapanlar, günahkârlardır. Onlar günahlarından kurtulmak için, sarhoşun ayılmak maksadıyle yüzüne su serpmesi gibi senin na´tını tekrarlarlar. Na´t, bir şeyi medhederek anlama mânâsına gelir. Hazret-i Muhammed´i övmek için yazılan şiirlere de na´t denilir. Belli zamanlarda okunan Kur´an cüzlerine ve dualara "vird" denilir.
26. Ey Allah?ın sevgilisi, ey insanların en iyisi, sana dudakları yananların su dilemeleri gibi müştakım.
27. Şen o keramet denizisin ki, Miraç gecesi feyzinin şebnemi duran ve gezen yıldızlara su götürmüştür.
Burada Hazret-i Muhammed´in Mirac´ına telmih vardır. Şebnem kelimesinin şeb´i (gece) ile Şeb-i Mîrac´ın "şeb"i aynı mânâya gelir. Şairin iki kelime atasında münasebet kurmasının sebebi budur. Feyiz: suyun taşması, bereket demektir. Şebnem ile bahar arasında tezat vardır. Peygamber´in manevî gücü o kadar kuvvetlidir ki, yeryüzünden götürdüğü şebnemi bütün yıldızlara yetecek su sağlar. Burada sudan maksat, Hazret-i Muhammed´in Miraç gecesi bütün kâinata varlığı ile vermiş olduğu feyizdir.
28. Mezarını yenileyen mimara su gerekirse, güneşin çeşmesinden her dem feyzin saf suyu iner.
Burada güneş, dünyaya feyz ve bereket verdiği için çeşmeye, güneşten akan ışık zülâle (saf su) benzetilmiştir.
29. Cehennem korkusu yanık gönlüme gam ateşi salmış, senin ihsan bulutunun o ateşe su serpeceğini umuyorum.
Mânâ bakımından bütün kelimeleri birbiriyle ilgili olan bu beyitte tenasüb veya müraat-i nazîr sanatı vardır.
30. Na´tının uğuru ile Fuzulî´nin sözleri nisan yağmurundan vücuda gelen büyük inci tanelerine benzemiştir.
Bir efsaneye, göre istiridyeler nisan ayında denizin yüzüne çıkar, yağmur yağarken kabuğunu açar, bir iki damla alır, yeniden denizin dibine inerlermiş. Bunlar zamanla inci haline gelirmiş. Fuzulî yukarıki beytinde bu efsaneye telmihte bulunuyor, kendi sözlerini inciye benzetiyor.
31. 32. Mahşer günü gaflet uykusundan uyandığımda ve hasret gözyaşlarından uykusuz gözlerim su döktüğünde (ağladığımda) umduğum odur ki, mahrum olmayayım, vaslının çeşmesi senin yüzüne teşne olan bana su versin.
Divan şairleri umumiyetle fikirlerini bir beyitte sona erdirirler. Fuzuli burada 31. beyitle 32. beyiti birbirine bağlıyor. İki beyitte de mahşer günü bahis konusudur. O gün insanlar Allah?a-hayatlarında yaptıkları iyi ve kötü işlerin hesabını verecekleri için büyük bir telaş ve heyecan içinde olacaklardır. O gün Hazret-i Muhammed (S.A.V) kendisini sevenlere şefaat edecektir
Gazel
1 Hâsılum yoh ser-i kuyunda belâdan gayri
Garazım yoh reh-i aşkunda fenadan gayri
2 Ney-i bezm-i gamem ey mâh ne bulsan yele vir
Oda yanmış kurı cismimde hevâdan gayri
3 Perde çek çehreme hicran güni ey kanlu şirişk
Ki gözüm görmeye ol mâh-likâdan gayri
4 Yetti bîkesliğüm ol gâete kim çevremde
Kimse yoh çizgine girdâ-i belâdan gayri
5 Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapum bâd-i sabâdan gayri
6 Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Komadı hîç imaret bu binadan gayri
7 Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âheylemeyem
Ne temettu bulınur bende sadâdan gayri
Açıklaması
1. Senin yanında belâdan başka elde ettiğim şey ve aşkının yalunda fâni olmaktan başka beslediğim niyet yoktur,
2. Ey ay gibi güzel olan sevgilim! Ben gam meclisinin bir neyiyim; ateşe yanmış (ateşte kavrulmuş) kuru bedenimde arzundan, aşktan başka ne bulursan yele ver.
3. Ey kanlı gözyaşı! Ayrılık gününde yüzümü perdele ki gözüm o ay yüzlüden (ayrıldıktan sonra) ondan başka kimseyi ve başka şeyi görmesin.
4. Kimsesizliğim o dereceye vardı ki, etrafımda belâ girdabından başka dönüp dolaşan yok.
5. Bana, ne gönlümün ateşinden başka kimse yanar, ne de sabah rüzgârından başka kimse kapımı açar!
6.Ey dalga! Gözyaşımın kabarcığını bozma ki bu sel (gözyaşı seli), bu binadan başka sağlam yapı bırakmadı.
7.Ey Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim ki bende, kazanç olarak, feryattan başka ne bulunabilir...
Gazel
1.Mende Mecnûn´dan füzûn âşıklık isti´dâdı var
Âşık-i sâdık menem Mecnûn´un ancak adı var
2.N´ola kan tökmekde mâhir ola çeşmüm merdümü
Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var
3.Kıl tefâhur kim senün her var men tek âşıkun
Leylî´nin Mecnûn´u Şîrîn´ün eger Ferhâd´ı var
4.Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle
Derde yoh sabrı anun her lâhza min feryâdı var
5.Öyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur
Her kimün kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var
6.Gezme ey gönlüm kuşu gâfil fezâ-yı ışkda
Kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var
7.Ey Fuzûlî ışk men´in kılma nâsihden kabûl
Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var
Açıklaması
1. Bende Mecnun?dan daha fazla aşıklık yeteneği var. Gerçek aşık benim, Mecnun?un sadece adı var.
2. Göz bebeği kan dökmekte maharetli olsa ne olur. O yetenekli bir tohumdur, senin gamzen gibi bir üstadı var.
3. Eğer Leyla?nın Mecnun?u, Şirin?in de Ferhat?ı varsa, senin de benim gibi bir aşığın var. Bununla iftihar et.
4. Ey gül ben temkinli birisiyim beni bülbüle benzetme. Onun derde tahammülü yok, her an bin feryadı var.
5. Öyle kötü haldeyim ki feleğin cevrinden dolayı mutsuz olan her kişi, benim halimi görünce mutlu olur.
6. Ey gönül kuşum aşk semasında gafil gezme. Çünkü bu sahranın yolunda çok avcı var.
7. Ey Fuzuli nasihatçinin aşkı yasaklamasını kabul etme. O akılla ilgili bir tedbirdir. Bir temeli yoktur. |
|