Yüce Mevlâmız, dünya hayatından sonra önümüzde ebedi bir hayat olduğunu bize bildirmiştir. İnsanlık tarihi boyunca ilâhi vahyin en temel unsurlarından biri budur. Bütün paygamberlerin öğrettiğine göre hiç sonu gelmeyecek, ölümün olmadığı bir hayat bu. Dünya ise bu hayata hazırlık yaptığımız, imtihan edildiğimiz, yetişip olgunlaştığımız bir yer.
Her ne kadar kısa bir süreliğine bulunduğumuz bir yer olsa da, dünya sonuçları itibariyle çok önemli bir yerdir. Çünkü burada olup bitenler, yapılanlar, yapılmayanlar, karşılığını ahirette bulacak. Bir zerre miktarınca da olsa hiçbir şey gözden kaçmayacak. Yapıp da unuttuklarımız, küçük görüp önem vermediğimiz işler dahi bizi bulacak.
Şöyle bir olay anlatılır: Bir kişi, kıyamet günü Mevlâmız’ın huzurunda durup amel defteri kendisine verildiğinde günahlarını çok bulur ve: “Allahım ben bu kadar günah işlemedim..” der. Cenab-ı Mevlâ “İşlediğin günahlara şahitlerim var.” buyurur. Adam etrafına bakıp; “Rabbim, ben şahit göremiyorum.” deyince Rabbimiz adamın eline, ayağına, bütün bedenine konuşmalarını söyler, onlar da birer birer şahitlik yaparlar.
Kulaklar “Bizimle haram şeyler dinledi.” gözler “Bizimle harama baktı.” ağız “Benimle çirkin sözler söyledi.” diye her bir azası adamın günahlarını sayıp dökerler. Adam şaşkın, çaresiz, öylece kalıverir. Derken, adam cehenneme atılacağı sırada kirpikleri söz ister, Rabbimiz de izin verir. Der ki: “Bu kulun bir gün senden korkup, utanıp, haline çok üzüldü ve ağlayıp beni gözyaşı içinde bıraktı.” Bunun üzerine Rabbimiz o kuluna mağfiret eder, cehennemden kurtarır.
Bu kıssadan almamız gereken iki hisseden birisi, derin bir pişmanlıkla günahlara tevbe etmek, Allah korkusundan gözyaşı dökecek hale gelmek ebedi hayat için çok büyük öneme sahiptir. Diğeri de şudur: Dünya, her şeyin inceden inceye kaydının yapıldığı, hiçbir şeyinin boş ya da önemsiz görülmediği bir yerdir. O halde bu hayatı özen göstererek, Mevlâmız’ın bildirdiği gibi yaşamamız gerekir. İyi kötü her işimizin karşılığının görüleceği hesap gününde zor durumlarla karşılaşmamak için, ilâhi affa erişmek için önceden hazırlık yapmak durumundayız. Nasıl hazırlanmamız gerektiği de yine peygamberleri vasıtasıyla Rabbimiz tarafından bildirilmiştir.
Bu hazırlık mücella dinimiz İslâm’ın öğrettiği gibi yaşamakla, onun kurallarına uymakla gerçekleşir. Yani Allah Tealâ’nın yapın diye emrettiklerini yaparak ve yapmayın dediği yasaklarından sakınarak hazırlığımızı yaparız. Yine bütün bu emir ve yasakları Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in yaptığı şekilde, O’nun izinden yürüyerek, yani sünnetine uyarak yerine getiririz, yalnızca O’nu örnek alırız.
Böyle yaşamak Rabbimiz’in bizim üzerimizdeki hakkıdır. Her anne babanın, çocuğunun iyi halde olmasını görmek istemesi nasıl onların hakkıysa, bizim iyi insanlar, iyi kullar olup saadete ermemizi istemesi de Yüce Mevlâ’nın hakkıdır. Anne baba dünyaya gelme vesilemizdir ama Cenab-ı Mevlâmız bizim yoktan yaratıcımızdır. O bizim için İslâm’ı belirlemiş, bizi İslâm dairesine, güvenli bir alana almıştır. Bu alanın çevresi hududullah ile, yani Allah Tealâ’nın belirlediği sınırlarla çevrelenip korunmuştur. Bu sınırların ötesi tehlikelerle, şeytan tuzaklarıyla doludur.
Mevlâmız’ın belirlediği sınırları öğrenmek ve bunlara uymak dünya ve ahiretimiz için şarttır. Alimlerimiz, hududullahı en ince detaylarına kadar bizlere aktarmışlardır. Allah ve Rasulü s.a.v.’in bizim için belirlediği yoldan, İslâm’dan habersiz kimse kalmamıştır. Artık bize düşen, emir ve yasaklara riayet ederek Rabbimiz’in çizdiği sınırlar içinde kendimizi koruyarak yaşamaktır.
Bütün bunlara rağmen Rabbimiz tarafından belirlenen hadleri bilmez, hududullahın dışına çıkıp taşkınlık edersek bu dünyada da zarar görürüz. Çünkü hududullaha riayet edilmeyen bir dünya cahiliye ortamıdır. Yani insan zulme uğramaktadır. Ne kadar bilimden, teknolojiden, medeniyetten söz etsek de alttan alta insanın kalbini kemiren mutsuzluk hali kaçınılmazdır. Ayrıca güçlü güçsüzü ezer, zulüm bir hayat tarzı, siyasi sistem ve ideoloji olur. Hem bugünkü dünya hem tarih bunun şahididir.
Zulümleriyle meşhur kişiler ve toplumlar tarihte yerlerini almışlardır. Fakat hepsi de acı bir şekilde yeryüzünden silinip gitmişlerdir. Bunlar kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlamışlardır. Bu kişi ve toplumların yok olup gitmelerinin ve ahirette kendilerine kötü akıbet hazırlamalarının sebebi Allah’ın emirlerini dinlememek, peygamberleri reddetmek, kendilerine verilen nimetlere şükretmeyip nankörlük etmek olmuştur.
Aynı sıkıntılar bugün de yaşanmıyor değil. Allah’ın sınırları aşılıyor, her türlü ahlâksızlık normal görülüyor, haksız yere insanlar öldürülüyor, savaşlar çıkartılıyor, üç kuruşluk dünya menfaati için kimse kimseye merhamet etmiyor. Halbuki herkesin iyiliği, zalimin de mazlumun da iyiliği, Mevlâmız’ın emir ve yasaklarına riayet edilmesine bağlıdır. Dünyadaki bütün sıkıntılar ancak böyle çözülür.
Kulunun ihtiyaçlarını Halik-i Zülcelal’den iyi bilen olmaz. Emir ve yasakları, koyduğu sınırlar bir kale gibidir. İnsanları şeytanın tuzaklarından, hilelerinden korur. Alemi kuşatan ilâhi nizama uygun yaşayışı sağlar. Bu uyumluluk da huzurun, saadetin kaynağı olur.
Rabbinin hükmüne teslim olup, bütün emir ve yasaklarıyla dinini gönülden yaşayanlarda görülen huzur ve gönül rahatlığı, hep ilâhi düzene uyumlu bir hayatı tercih etmelerinden kaynaklanmaktadır. Onlar Nuh Aleyhisselam’ın gemisinde yer alan insanlar gibi korkudan emin, rahat içindedirler. Onları hiçbir değeri olmayan şeytanın, nefsin kuralları değil, bütün alemi bir ahenk içinde yaşatan Allah’ın kuralları kuşatmış, kucaklamıştır. Onlar, dünya hayatında doğru yolu bulmuş, ahiret hayatında da ebedi saadetle müjdelenmişlerdir. Cenab-ı Mevlâmız buyurur ki:
“O tevbe edenler, o kulluk edenler, o şükredenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secde edenler, o iyiliği emredip kötülüğü nehyedenler ve Allah’ın hududunu muhafaza edenler var ya, işte müjdele o bütün müminleri!” (Tevbe, 112)
İşte o müminler, Allah’ın hududunu muhafaza edenler, nefsin, şeytanın vurduğu bağlardan kurtulmuşlardır. Bu azat olma hali onlara sonsuz ve güvenli bir hayat sağlamıştır. Vahşi insanların sahip olmak için birbirlerini çiğnedikleri fani nimetlerin kat kat fazlasına onlar huzur içinde ermişlerdir.
İşte hürriyet de kurtuluş da budur. İnsanın ihtiyacı, asıl arayıp durduğu şey budur. Gerisi bir aldatmaca, şeytan hilesinden ibarettir. Mümin kişi de bu büyük gerçeğin farkında olan kişidir.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…