Menzil (TASAVVUF ADRESİNİZ) SiLSiLE - allah dusunup ibret alanlari sever
   
TASAVVUF DİYARI
 





Ana Sayfa
Açıklamalarıyla 99 Esma
Hatim- mukabele
Çeşitli Dualar
Silsile
Tasavvuf Edebiyatı
Tasavvuf Yazıları 
Menkîbeler
İlahiler ve Kasideler
İslâmi Flash
İslami Haberler
İslâm Kütüphanesi
İslami Siteler- TOPLİST
İslami Soru ve Cevaplar
İslami Sözlük
İslami Videolar
Rüya Yorumları- Tabirleri
Kadın 

Popüler
Oyun
Bilgisayar önerilerimiz
ZİYARETÇİ DEFTERİ


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

>>1.Hz. Ebu Bekir
>>2.Hz. Ömer bin Hattab
>>3.Hz. Osman bin Affan
>>4.Hz. Ali Bin Ebu Talib
>>5.Talha bin Ubeydullah
>>6.Zübeyr bin Avvam
>>7.Sa'd bin Ebi Vakkâs
>>8.Abdurrahman bin Avf
>>9.Ebu Ubeyde bin el-Cerrah
>>10.Said bin Zeyd

ASHAB-I SUFFA

>>Bilal-i Habeşî{R.A.}
>>Selmân-ı Farisî{R.A.}
>>Enes bin Malik{R.A.}
>>Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri{R.A.}
>>Abdullah bin Mesud{R.A.}
>>Huzeyfetul-Yemenî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ammar bin Yâsir{R.A.}
>>Muaz Bin Cebel {R.A:}
>>Ebud-Derda{R.A.}
>>Ebu Musa el-Eş'ârî{R.A.}
>>Mikdad bin Esved{R.A.}
>>Halid bin Velid{R.A.}
>>Mus'ab bin Umeyr{R.A.}
>>Usame bin Zeyd{R.A.}
>>Erkam{R.A.}

 

 

Tasavvuf ve Tevbe 
Rabıta 
Tevessül ve Vesile 
Allah İle Kul Arasına Girmek 
Kutbul İrşad ve Tasarruf 
Ehl-ibeyt Kimdir 
Mürşide Teslimiyet Kölelik mi? 
Veliye Hürmetin Ölçüsü 
Kerameti İnkar Etmek 
Himmet 
İrşad nedir, Mürşid kimdir?


 

Allah, Düşünüp İbret Alanları Sever

Mehmed Saki EROL


Cenab-ı Mevlâ, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde tefekkürü ve düşünmeyi emrediyor. Âl-i İmran Suresi 191’inci ayet ise varlıklar üzerinde düşünüp ibret alanlar şöyle övülür: “Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Rabbimiz sen boşuna yaratmadın’ derler…”

Yüce Allah’ın böylesine övgüyle bahsettiği tefekkür için alimlerimiz de; “Bir saat tefekkür, bir gecelik ibadetten hayırlıdır.” diyorlar. Ayrıca, “Tefekkür kişinin aynasıdır, iyilik ve kötülüklerini kişiye gösterir.” sözü de, tefekkürün olgunluk ve kemâli elde etme yolundaki vazgeçilmezliğine işaret ediyor.

Rivayete göre Lokman Hekim yalnız başına oturur, uzun uzun düşünür, tefekkür ederdi. Niye böyle yaptığı sorulunca, “Yalnızlık düşünce için daha uygundur. Düşünce ve tefekkür insanı cennet yoluna ulaştırır.” derdi.

Bişr-i Hafî (K.S.) aynı manaya şöyle işaret eder: “Eğer insanlar Allah’ın azametini yeterince düşünüp tefekkür etselerdi, O’na asla isyan etmezlerdi.”

Tefekkürün sonuçta vereceği meyve ilim, hâl ve amellerdir. Çünkü tefekkür kalpte ilim doğurur. Kalpte ilim meydana gelince, kalbin hali değişir. Kalbin hali değişince de, azaların amelleri değişir. Yani amel hale, hal ilme, ilim de tefekküre bağlıdır. Bu demektir ki bütün iyiliklerin başı ve başlangıcı tefekkürdür.

Allah için tefekkür, zikirden hayırlıdır. Zira kalbin O’nun tecellilerini tefekkür etmesi zikirdir. Kalbin zikri, azaların amelinden hayırlıdır. Amelin şerefi de zikir sayesindedir. Tefekkür, zikrin de üstünde olduğuna göre, anlaşılıyor ki bütün amellerden hayırlıdır.

Sevilmeyen şeylerden sevilen şeylere, dünya hırs ve düşkünlüğünden zühd ve kanaate insanı iten kuvvet tefekkürdür. Müşahede ve takvayı ihdas eden kuvvet de zikirdir. Anlaşılıyor ki, kemalâtı elde etme yolunda ne tefekkürden vaz geçmek mümkün, ne de zikirden…

Manevi olgunlaşmanın vazgeçilmez bir unsuru olan tefekkür neler üzerine yapılmalı? Allahu Tealâ’nın zatının dışında her şey tefekküre konu olabilir.

Allahu Tealâ’nın zat ve sıfatlarından başka her ne varsa, hepsi O’nun fiili ve yarattığıdır. Bu varlıkların bir kısmının aslını bilemeyiz ve onlar üzerinde tefekkür mümkün değildir. Bir kısım varlıkların da aslını ve genel durumunu biliriz fakat ayrıntılarını bilemeyiz. Bu varlıkların tafsilatları üzerinde tefekkür mümkündür. Fakat melek, cin, arş, kürs, şeytan gibi gözümüzle görüp anlayamadıklarımız üzerinde tefekkür çok zordur. Dolayısıyla, insanın gözüyle görüp anlayabileceği varlıklar üzerinde düşünmesi en uygunudur.

Kainatta, yer ve göklerde görülen ve görülmeyen, canlı cansız her varlığın varoluşunda ve hareketinde, Cenab-ı Rabbi’l-Alemin’in sayısız tecellisi ve hikmeti vardır. Bütün varlıklar, O’nun birliğine, yüceliğine ve sonsuz kudretine işaret eden açık delillerdir. Kur’an-ı Mübin, işte bu işaret ve deliller üzerinde tefekkürü teşvik eder:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.” (Âl-i İmran/190)

“Buyruğu ile göğün ve yerin ayakta durması, O’nun varlığının alametlerindendir.” (Rum/25)

Cenab-ı Hakk’ın kudretine ve büyüklüğüne işaret eden en açık ayetlerden biri de, insanın bizzat kendisidir. İnsan, bütün ömrü boyunca kendi hayret verici hallerini düşünse, belki harikulâde varlığının pek azını anlayabilir. Oysa bundan tamamen gafildir. Kendinden gafil ve cahil olan insan, bu haliyle başkasını anlamaya nasıl heves edebilir? Halbuki Hak Tealâ, kişinin kendisi üzerinde tefekkürünü emreder ve “Kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır, göremezsiniz.” (Zariyat/21) buyurur.

Kişi, insanın iç ve dış görünüşüne, bedenine ve sıfatlarına bir baksa akıllara durgunluk verecek şeyler görür. Bütün bunlar Allahu Tealâ’nın bir damla sudaki ve hatta bir tek hücredeki sanatıdır.

Ya gökler ve yıldızlardaki sanatına, onların yapılış, şekil, miktar hepsinin yerli yerinde olmasına bir baksa, O’nun sanatına daha çok şaşıracak! Göklerin esrarından bir tek zerrenin, O’nun hikmetinin dışında olduğu sanılmamalı.

Oysa ne hayret vericidir ki, güzel bir yazıyı görüp onu yazana hayran olan insan, hem kendi üzerinde hem de bütün bir kainatta akıllara durgunluk veren bunca harikulâdelikleri görüp bildiği halde, bunların yaratıcısının kudret ve yüceliğini düşünmez. O’nun azamet ve celâli karşısında hayret ve dehşet içinde kalmaz!

Bu haliyle insanoğlu tıpkı bir hükümdarın muhteşem sarayının altında yuva yapan bir karınca gibidir. O karınca saray sahibi ile karşılaşıp konuşmaya muktedir olsa, ancak kendi yuvasından, yiyecek ve içeceğinden bahsedebilir. O büyük ve görkemli saraydan haberi bile olmaz.

Allahu Tealâ’nın kudret ve azametini biraz olsun anlayabilmemiz için, O bize bir kainat dolusu delil ve imkan bahşetmiş bulunuyor. Bunları değerlendirmeyip O’nun muhabbetine ulaşmamak bir tür nankörlük sayılmaz mı?

Burada bir ölçüye de dikkat etmek gerekir: Allah’ı marifet hususunda alimler ve velilerin bildiğine nisbetle, bizim bildiklerimiz az. Bütün peygamberlerin bildikleri de, mukarreb meleklerin bildiklerine nisbetle az. Bu meleklerde dahil, bu mahlukatın bildikleri ise, Allah’ın ilmine nisbetle, ilim denmeyecek kadar az. Bunlara ilimden ziyade, dehşet, hayret, kusur ve acziyet denir.

Kullarına bildirdiğini bildirdikten sonra: “Size az bir ilim verilmiştir” (İsra/85) buyuran Cenab-ı Mevlâ’nın karşısında kul olduğunu unutup kibirlenmek yerine, secdeye kapanmamak mümkün mü?

İnsanın kendisiyle, kainatla ve yaratıcısıyla irtibatını zayıflatan bugünkü hayata rağmen, mümin tefekkür etmekle mükellef. Ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, bütün bilimsel buluşlar da akıllı insanı tefekküre çağımıyor mu?

Allahu Tealâ yerlerde ve göklerdeki varlıkları düşünerek ibret alan kullarını sever…

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.


 
   
©Copyright-007-021 ▓®▓ ŝĪĮЅї╚ξ 70 ziyaretçi (108 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol