Topluluklar halinde yaşamak hem fıtrî bir eğilim hem de hayatın idamesi için bir mecburiyettir. Tek başına, herkesten uzak, tamamen yalnız bir hayat olmayacağına göre, toplum olarak yaşamanın nimetleri kadar sorumlulukları da bilinmelidir. Bilinmekle kalmayıp gereği yapılmalıdır.
Yani haklar ve sınırlar iyi bilinmeli, buna göre de hareket edilmelidir. Aksi halde toplum hayatı tahammül edilemez bir yük, üstesinden gelinemeyecek bir çile halini alabilir. Bu konuda kanunî düzenlemelerin, idari tedbirlerin her zaman işe yaramadığı, bireyin kendi hak ve sınırlarını kabullenip ona göre yaşamasından doğan huzur ve sükunun yerini hiçbir şeyin tutmadığı bugün dünyanın malumudur.
Bir binanın temelleri ne kadar sağlam atılırsa, o bina o nispette sağlam ve dayanıklı olur. Toplumlar da bina gibidir. Fertler o binanın yapı taşları, birbirlerini bütünleyerek binayı oluşturan unsurlardır. Nasıl ki her bir taş binadaki yerinde bir değer taşıyorsa, birey de toplumda o toplumla bütünleştiği sürece bir değer ifade eder. Dağınık taş yığınları hiçbir zaman bina anlamına gelmez. Bu lüzumdan dolayı içinde yaşadığımız cemiyeti, toplumu iyi tanımalı; cemaat olmanın her dem taze ve berrak ruhuna hassasiyet gösterilmelidir. Muaşeret esasları kusursuz işletilmelidir. Cemaat olmak demek, karşılıklı davranışların ayrılıktan birliğe, bencillikten diğergâmlığa, düşmanlıktan kardeşliğe, nefretten sevgiye dönüşmesi demektir. Bu da elbette bir arada olmanın kıymet ölçülerinin benimsenmesiyle mümkündür. Tutum ve davranışların belirlenmesinde ilâhi ve nebevî ölçüler esastır. Nefsanî kuruntulara itibar edilmez. Mücella dinimiz İslâm’ın kargaşayı, toplumda huzursuzluğu önlemeye yönelik mühim tedbirlerinden biri, insanları birlik ve beraberlik içinde olmaya teşvik etmesidir. Bir başka ifadeyle cemaatleşmeye verdiği önemdir. Burada konu edilen cemaatleşme, Cuma namazı gibi ibadetlerdeki cemaatten ziyade, daha genel manada ümmet içerisindeki birlik ve beraberliktir. Müşterek inanç ve ortak değerlere sahip olmaktan kaynaklanan, karşılıklı sevgi ve saygı ile beslenerek güçlenen birlik ve beraberliktir.
Mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu birliğin eksenini şöyle ifade buyurmuştur: “Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın. Parçalanıp dağılmayın.” (Âl-i İmran, 103)
Evet; müberra dinimiz İslâm cemaat dinidir, cemaatle yaşanır. Ferdin kemalâtı, manevi olgunluğa erişmesi cemaatle meydana gelir. Bütün sıkıntı ve yüküyle cemaat, insanoğlunun tek başına buldum zannettiği her türlü rahatlık ve huzurdan hayırlıdır. Kalpteki Allah muhabbetini ispat etmenin yolu, ferdî ibadetler yanında, müminleri Allah için sevmek, onlarla Allah yolunda beraber olup kenetlenmek ve ilâhi hoşnutluğa ulaşmak için insanların zahmetlerine tahammül etmek, onların yükünü çekmektir.
Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz, “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.” buyurarak, müminleri insanların arasına girerek hizmet etmeye teşvik etmiştir. İnsanın cevheri de birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar. Manevi olgunluğu ve ahirette Yüce Mevlâ’nın cemalini talep edenler, öncelikle çileye talip olmalıdırlar. Çile ve hizmet olmadan bulunduğu zannedilen aşk ve muhabbet gerçek ve kalıcı değildir. Her mümin ilâhi aşkının ve imanının derecesini, farzları eda ve günahlara vedadan sonra varlıklara muamelesi ile ölçüp değerlendirebilir. Hadis-i şerifte belirtildiği gibi, imanın en son mertebesi: “Lâ ilâhe illallah” sırrına ulaşmak; ilk mertebesi ise Alemlerin Rabbi’nin rızası için kullara hizmetle işe başlamaktır. Kalbin rahatlığı Mevlâ için sevgiyle mümkün olur. Karşılıksız sevebilen ve sıkıntılara tahammül gösteren mümin Fahr-i Alem s.a.v.’in ahlâkı ile ahlâklanmış olur. Zira Rabbimiz, bütün isyan ve inkârlarına rağmen kullarına rahmet etmekte, tevbe edenleri sevmekte, kusurları affedip aciz kullarına nice nimetler bahşetmektedir.
Bu alemde tezahür etmekte olan bunca ilâhi hikmet ve cilveleri görüp de O’na aşık olmayan ve bu şevk ile Hak için hizmete koşmayan kul, Rabbini hakkıyla tanıyamamış demektir.
Cenab-ı Hak tektir, kullarından tek bir hedef etrafında birlik (tevhid) istemektedir. Tevhid dini aynı hedef ve halde olmayı gerektirir. Kalp ve kafaları, dert ve hesapları Hak yolda bir olmayan kimseler, tevhidin tadını tadamaz. Bir çizgide buluşamaz, aynı atmosferi paylaşamaz ve İslâm’ın nadide güzelliğine ulaşamazlar.
İlâhi rıza için birlik ruhu taşımayan bu ruh ile cemaat olmayan, cemaati gereksiz bulan, onun disiplinini ağır gören müslümanların bu azim dini temsil etmeleri asla mümkün değildir. Hep birden cemaat ruhuna sahip çıkmayanların, şeytanın ve düşmanın oyununa gelip Hak yoldan sapmaları muhtemeldir. Sırf kendi derdine düşmüş kimselerin, dinimizin kıymet ölçülerine göre en azından zillet içinde yaşamaları kesindir.
Müslümanların Allah yolunda takva için birlik olmaları farz-ı ayndır. Tevhid akidesi üzere bir cemaat disiplini içinde İslâm dinini yüceltmek, ilâhi emir ve yasakları hayata geçirmek için var gücüyle çalışmak her müslümanın yaratılış gayesidir.
Alimlerimizin bildirdiği üzere, şu dört özellik her müslümanda bulunmadan dinin hakkıyla yaşanması ve temsil edilmesi mümkün değildir. Bunlar:
1. Şeksiz şüphesiz iman,
2. Diniyle alakalı sahih, sağlam bilgi,
3. Gerçek takva,
4. Birlik anlayışı ve cemaat disiplini.
Bunların içinden hangisi göz ardı edilse işin sonu hayra çıkmaz. Zira şüphe ve şaibe içindeki insan yol alamaz, cehaletle hayırda adım atılmaz, isyan içinde hakikata ulaşılmaz. Mümin kardeşlerine kalbini açmayan ve onları sevgiyle kucaklamayan kimse de bencildir, faydalı olamaz, cemaat hayatına katılamaz.
Zamanımızda müslümanların yakalandıkları hastalıkların başında, cemaat şuurundan mahrum olunması gelmektedir. Oysa nefsini güzel bir terbiyeye tabi tutmayan ve takva üzere kurulmuş bir cemaat disiplinine girmeyen kimse katiyyen olgun bir mümin ve hakiki mücahit olamaz.
Mukaddes Kitabımız’ın ilk suresinin daha ilk ayetlerinde bile birlikteliğe vurgu vardır. “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” mealindeki ayetlerde kulun Rabbine tek başına ve sadece kendisi için yakarışı değil, mümin kardeşleriyle birlikte ilticası vardır. Zira ayette “ben” değil, “biz” denilmektedir. Suredeki diğer ayetlerde de hep “biz” ifadesi vardır. Bizler, namazlarımızın her rekâtında diğer kardeşlerimizi Kur’an diliyle yakarışlarımıza katan kişiler olarak nasıl birbirimizden uzaklaşır, aramıza duvarlar örebiliriz? Bizler aramızdaki kardeşlik hukukuna nasıl ihanet edebilir, birbirimizden kopabiliriz?
Biz birbirimizi seviyoruz. Rûz-i Mahşerde bir ve beraber olarak, bu muhabbetimizin hatırına kurtuluş beratı alacağımızı umuyor ve niyaz ediyoruz.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…