Menzil (TASAVVUF ADRESİNİZ) SiLSiLE - ne dunyadan vazgecebiliriz ne ahiretten
   
TASAVVUF DİYARI
 





Ana Sayfa
Açıklamalarıyla 99 Esma
Hatim- mukabele
Çeşitli Dualar
Silsile
Tasavvuf Edebiyatı
Tasavvuf Yazıları 
Menkîbeler
İlahiler ve Kasideler
İslâmi Flash
İslami Haberler
İslâm Kütüphanesi
İslami Siteler- TOPLİST
İslami Soru ve Cevaplar
İslami Sözlük
İslami Videolar
Rüya Yorumları- Tabirleri
Kadın 

Popüler
Oyun
Bilgisayar önerilerimiz
ZİYARETÇİ DEFTERİ


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

>>1.Hz. Ebu Bekir
>>2.Hz. Ömer bin Hattab
>>3.Hz. Osman bin Affan
>>4.Hz. Ali Bin Ebu Talib
>>5.Talha bin Ubeydullah
>>6.Zübeyr bin Avvam
>>7.Sa'd bin Ebi Vakkâs
>>8.Abdurrahman bin Avf
>>9.Ebu Ubeyde bin el-Cerrah
>>10.Said bin Zeyd

ASHAB-I SUFFA

>>Bilal-i Habeşî{R.A.}
>>Selmân-ı Farisî{R.A.}
>>Enes bin Malik{R.A.}
>>Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri{R.A.}
>>Abdullah bin Mesud{R.A.}
>>Huzeyfetul-Yemenî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ammar bin Yâsir{R.A.}
>>Muaz Bin Cebel {R.A:}
>>Ebud-Derda{R.A.}
>>Ebu Musa el-Eş'ârî{R.A.}
>>Mikdad bin Esved{R.A.}
>>Halid bin Velid{R.A.}
>>Mus'ab bin Umeyr{R.A.}
>>Usame bin Zeyd{R.A.}
>>Erkam{R.A.}

 

 

Tasavvuf ve Tevbe 
Rabıta 
Tevessül ve Vesile 
Allah İle Kul Arasına Girmek 
Kutbul İrşad ve Tasarruf 
Ehl-ibeyt Kimdir 
Mürşide Teslimiyet Kölelik mi? 
Veliye Hürmetin Ölçüsü 
Kerameti İnkar Etmek 
Himmet 
İrşad nedir, Mürşid kimdir?


 

Ne Dünyadan Vazgeçebiliriz, Ne Ahiretten

Mehmed Saki EROL

Dünyayı bir denize, akıp giden ömrümüzü de bu denizde yol alan bir gemiye benzetir birçok mütefekkir. Gerçekten de bizler, geleceğe doğru yol almakta bulunan ve geriye dönüşü olmayan hayat gemisine binmiş yolcular gibi değil miyiz?

Dünya denizinde seyreden biz yolcular, ancak üzerimize düşen görevleri yerine getirdiğimiz takdirde kurtuluş limanına sağsalim ulaşabiliriz.

Göz diktiğimiz kurtuluş limanına doğru yol alırken, birer yolcu olduğumuzu unutmamak; geminin de, denizin de ve nihayet varacağımız o limanın da sahibi olanın talimatlarına uymak vazifemiz değil mi?

O talimatlar, en küçük ferdî vazifelerden, bütün insanlığı ilgilendiren en kapsamlısına kadar hayatta dengeyi murad ediyor. Alabora olmamak için denge…

Bu denge nasıl kurulacak? Elbette, bir yanda rotamızı döndürdüğümüz o kurtuluş limanına, yani ahiret saadetine ulaşma çabasının yanında, dünya hayatımızla ilgili vazifeleri de gereğince yerine getirmekle bu denge kurulacak. Dönülecek asıl yerin beka yurdu olduğunu bize sürekli hatırlatan Kur’an-ı Ke-rim’de, yeryüzüne dağılıp Allah’ın fazl u kereminden rızkımızı aramamızın da emredilmesi, işte bu sebepledir.

Dünya ve ahiret dengesi açısından bakıldığında, bütün insanlar üç gruba ayrılabilir:

Birinci grup, sadece maddi varlığı ve dünyası için çalışanlar; ahiret hayatını tamamen ihmal eden kimselerdir. Bunların kendilerini ebedi zarara uğrattıkları, ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve bütün alimlerin ittifakıyla sabittir.

İkinci grupta bulunanlar, dünya hayatını tamamıyla ihmal ederek ifrata düşmüş olanlardır. Hıristiyan ruhbanlarını andıran böyle bir hayatı İslâm’ın kesinlikle teşvik ve tasdik etmediği bilinir.

Üçüncü grupta ise, orta yolu tutan kimseler bulunur. Bunlar, ne dünyası için ahiretini ve ne de ahireti için dünyasını bırakmayan; her iki hayatın da hakkını verenlerdir. İşte dinimizin istediği hayat tarzı, yani denge budur.

Hayatlarında bu dengeyi bulabilen insanlar, dünyanın ahirete giden bir yol olduğunu bilen; dünya hayatı ile ahiret saadetini elde eden bahtiyarlardır. Hayatı bu şuurla yaşayanların sadece ifa ettiği farizalar değil; helal rızık çabaları, yemeleri-içmeleri ve hatta uykuları bile ibadet değeri kazanır.

İnsanın şerefini mukaddes sayan dinimiz, geçici de olsa dünyada sefil bir hayatı mümine layık görmez. Ebedi ahiret saadetine hazırlanırken dünyalık için de çalışıp, kimseye muhtaç olunmamasını ister; veren eli alan elden üstün ve hayırlı görür. Dolayısıyla tembellik ve miskinlik, sadece fıtrat kanunlarına değil; aynı zamanda İslâm’a da aykırıdır.

Eşsiz rehber Fahr-i Alem (A.S.) Efendimiz, günlük hayatında bir taraftan ibadetle meşgul olurken, diğer taraftan müslümanların ve aile fertlerinin işlerini tanzim buyurur, gıda ve diğer ihtiyaçlarını temin için uğraşırlardı. Bununla da kalmazlar, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gidermek için çabalar, hastaları ziyaret eder, akraba ve dostlarının hallerini sorar, yardımcı olurlardı. Bütün bunları yaparlarken, bir idareci olarak müminler arasındaki sorunları çözdüğü gibi, düşmanlar tarafından gelebilecek zararları bertaraf etmek üzere en güzel tedbirleri alırlardı. Risalet vazifesinin gereği olarak da daima halkın arasında bulunur, onları irşad etmekle meşgul olurlardı.

Resul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz’i örnek kabul ediyorsak, onun hem bu dünyayı hem de ahiret yurdunu hedef alan gayretlerini görmezden gelebilir miyiz?

Ayrıca, yalnızca maddi varlığın tatminine yönelik bir hayatın bir tür hayvanlaşma anlamına geldiği; maddi varlığın göz ardı edilerek yalnızca ruhî zevkler için çabalamanın da, insanı bir hilkat garibesi durumuna getirip, bu alemde rezil ve rüsva edeceği yeterince açık değil mi?

Yüce dinimiz, insanı böylesi düşüklüklerden korumak için madde ile mana, ruh ile beden, dünya ile ahiret arasında sarsılmaz bir denge kurmuştur.

Cenab-ı Mevlâ, bu dengeyi şöyle öğretir bize:

“Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de öylece iyilik yap. Sakın yeryüzünde fesat çıkarma. Doğrusu Allah, fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas/77)

Rabbimizin bizzat terbiye buyurduğu o mübarek elçi de bu dengeyi şöyle anlatır:

“Dünyanızı iyileştiriniz ve ahiretiniz için çalışınız.”

“Dünyayı hakir görmeyin. Zira o, ahireti kazanmanın vasıtasıdır.”

“Dünya ahirete götüren bir yoldur. Ey ümmetim! Siz insanlar üzerine yük olmayınız.”

Yazık ki tarih boyunca tasavvufun hakikatini anlamamış birçok kimse, ‘dünyada çalışmaya, yorulup terlemeye ne gerek var? Nasıl olsa dünya geçicidir. Dünya için ömrü harcamaya gerek yoktur’ gibi saçma sözlerle kendilerini tembellik ve zilletin pençesine kaptırmıştır. İslâm’ın emirleriyle asla bağdaşmayan bu düşünce, sahibini dünya ve ahirette perişanlıktan başka nereye götürebilir?

Son birkaç asırdan beri müslümanların büyük sıkıntı ve ızdıraba uğramalarının birçok sebebinden biri de, tembellik ve vurdumduymazlıktır.

Maddi-manevi sonsuz zenginliklere sahip bulunmasına rağmen, bu zenginliklerin kendisine verilmiş bir emanet olduğu şuurundan uzaklaşan İslâm dünyası, bu gafletin ve tembelliğinin bedelini halen ödemekte.

Oysa İslâm, tamamıyla faaliyettir. Dünya ve ahiret için faydalı çalışmalar bütünüdür. Miskinliğin, tembelliğin, dünyadan kopmanın İslâm’da yeri yoktur.

Zaten dünyası için gevşeklik gösteren, büyük ihtimalle ahiretini de ihmal etmez mi? Gavs-ı Bilvanisi (K.S.) Hazretleri bir sohbetlerinde: “Siz kişinin dünya çalışmasına bakınız. Eğer dünyası için çalışkan, mahir biriyse ahireti için de öyledir. Dünyanın pehlivanı, ahiretine de pehlivandır.” buyuruyorlar.

Evet; dünyada tek bir müslüman kalsa dahi, onun görevi muntazam ve dürüst bir şekilde dünyası ve ahireti için çalışmak, Allah’ın emrine uyarak dünyayı mamur etmek, iyilikleri yayıp, insanlar arasında hayrın hakim olmasını sağlamaktır.

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik-güzellik ver, ahirette de iyilik-güzellik ver. Bizi cehennem ateşinden koru.” (Bakara/201)

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.


 
   
©Copyright-007-021 ▓®▓ ŝĪĮЅї╚ξ 71 ziyaretçi (109 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol