Büyüklerin İltifatı
Babasının halifesi Şeyh Abdülkahhar k.s Hazretleri’ne, Muhammed Ziyauddin k.s. Hazretleri’nin yazdığı mektup.
Bu fakire, bir seneden beri sohbetinizin iştiyakı hasıl olup, size kavuşmak şerefini arzu eder. Elde ettiği yüceliklerin sizin yüceliğinizle, eriştiği şerefinin duanız vasıtasıyla olduğunu kesinlikle biliyorken, sohbetinizi ve size kavuşmayı nasıl arzulamasın? Geçmişteki muhabbetimizi unutturmamasını, günden güne arttırmasını Allah’tan niyaz eder, sizin gibi zatların ona iltifat ve kabul gözü ile bakmasını diler. Zira kendisini sufilerin hizmetkârı gören bu fakir, pirinizin dergâhının hizmetçisi olup kendisinde bu vazifesinden başka herhangi bir fazilet görmez. Eğer kendisinden rızanıza aykırı bir durum ortaya çıkarsa; sizin gibi faziletli zatlara, ondan yüz çevirmek yerine onu ikaz etmek yakışır. Kendisi, bu hizmeti yürütmesi dolayısıyla sizin gibilerin üzerine bir hakkı olduğunu zan eder.
Şiir:
Güzel kokulu bir çamur parçası
Sevgilinin elinden bir gün
elime ulaştı.
Ona, sen misk misin yoksa
anber misin, dedim
Çünkü senin kokundan
mest oldum.
Çamur, ben zavallı bir
çamur idim, fakat
Bir müddet gül ile beraber
kalmıştım, dedi.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı, kendisine iltifat etmenizi arzular.
Ayrıca bendenizin, “abdest almak için su bulunmazsa, toprakla teyemmüm onun yerine geçer” kuralının gereği, Üstad-ı Azam (Abdurrahman-ı Tâhî k.s.) ile yaptıkları eski sohbetlerin hukukunu unutmayan kimselerin dua ve iltifatlarından başka, itimad edilecek hiçbir şey yoktur.
Kişi, arzu ettiği her şeye erişemeyebilir.
Rüzgârlar, vapurların istemediği yönden esebilir!
Hidayete Vesile Olunca
Bu mektup, Allah yolundaki kardeşi ve Allah için dostu Şeyh Şihâbüddin’edir. Allah, onu mukarrabûnlardan, kendine yakın olanlardan eylesin!
Mektubunuz perverdeye ulaşıp, özünü anlayıp, manasından zevk aldı. Dolayısıyle son derece sevindi. Halkın tasavvuf yoluna girmiş olmasından, şevk ve muhabbet içinde bulunmalarından Allah’a hamd ve şükretti.
Kardeşim; müritlerin içinde bulunduğu şevk ve tasavvuf yoluna girmiş olmalarına bakarak, bunun etkisiyle ortada nefsini görüp, kendini beğenme hali seni tasavvufun icab ettiği vazifeden soğutmasın. Bu halin gevşemeye sebep olmasından sakın. Çünkü nefs çok hilekârdır. Onun hilesinden emin olunmaz. Nitekim Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de, Yusuf Peygamber’den hikâye ederek buyurdu ki:
“Ben nefsimi de temize çıkarmıyorum. Çünkü gerçekten nefs şiddetle kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53)
Bunun yerine mürşidi vasıtasıyla hasıl olan şevkin; Allah’a karşı niyazda bulunmaya ve O’na şükür ve istiğfar etmeye sebep olması lazımdır. Bunu da, hakiki nimeti veren Cenab-ı Hakk’a karşı şükür borcunu yerine getiremediği, ayrıca sâdât ve üstadının hakkını da eda etmediği düşüncesiyle yapmalıdır. Zira o şevk ve muhabbetin gerçek vereni aziz ve celil olan Allah Tealâ’dır. O hususta kulun hiçbir etkisi bulunmamakla beraber, görünüşte ona isnat edilir.
Üstadı Azam’ın (Abudurrahman-ı Tâhî’nin) nurlu halifesi olan Molla Abdülkadir vasıtasıyla insanlar tasavvuf yoluna dahil olup, kendisine şevk hasıl olduğuna dair gönderdiği mektubun cevabında Üstad-ı Azam buyurdular ki:
“Öyle ise, Allah Tealâ’ya şükür ve hamd etmek, kendinizi Gavs-ı Azam’ın (Seyyid Sıbğatullah Arvasî’nin) gölgesinde fani etmekle meşgul olmanız gerekir. Allah, Kur’an-ı Kerimde: “(Ey Rasulüm), sen istediğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidayete erdirir.” (Kasas, 56) mealindeki ayet-i celilesi, her ikimize okunduğu halde sen ve bu zavallı kişi nasıl hidayetçi olabilir. Bu ayet-i celilede, hidayete erdirme yönünden Peygamber’in durumu böyle olduğu bildirildiği halde, ikimizin hali acaba nasıl olabilir?”
Evliyanın Merkadi
Mektupta, Üstad-ı Azam’ın türbesinden ayrıldığınız için hasret çektiğinizi yazmışsınız. Bu ruh hali tasavvufta makbul ve sevilen bir haldir. Anılan türbe, Allah’ın nihayetsiz nurları ve feyzlerinin üzerine indiği bir mekan olduğu, ziyaretçilerinin manevi makamlara erişmeyi sağladığı, yüce Allah’tan başka her şeyi unutturup Allah’ın aşkında fani olmaya vesile olduğu halde, nasıl ona hasret edilmesin? Oradan uzaklaşmaktan dolayı nasıl içte yanma ve hasret hasıl olmasın?
* * *
Şah-ı Nakşibend k.s. bazı arkadaşlarına buyurdular ki:
“Biz mi sizi bulduk, yoksa siz mi bizi buldunuz?”
Yani, ben mi sizi kendime arkadaş olarak buldum, yoksa siz mi beni buldunuz? Onlar, “Biz sizi bulduk..” diye cevap verdiklerinde Şeyh Hazretleri hemen aralarından kayboldu. Onu çok aradılar ama bulamadılar. Sonra, buyurduğu sözlerinin manasını anlayarak; “Sizin nazarınız olmazsa, biz zavallı cemaat sizin sohbetinizle nasıl şereflenebilir ki?” dediler.
Kısaca; gölgeden istifade ile elde edilen bütün nimetler, gerçekte gölgenin asıl sahibine aittir. Mürit için hiçbir kemalât yoktur. Gerçekte onun kemâli, aciz olduğunu kavrayarak benliğini yok etmede, mâsivâdan vazgeçerek yokluk dairesine girmektedir.
Bazı Nasihatlar
Kardeşim;
Bu kâinatın yaratılmasındaki hikmet, Allah’ı gereği gibi tanımak, O’na yaklaşmaya, O’na ibadet etmeye çalışmaktır. Nitekim, “Ben insanları ve cinleri sadece beni tanıyıp ibadet etmeleri için yarattım!” (Zâriyat, 56) mealindeki ayet-i kerime ile; “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim. Varlıkları, beni tanımaları için yarattım.” anlamındaki kudsi hadis bu hususa işaret eder. Demek ki bu mahlukat oyun ve oyuncak olarak; mal, evlat ve aşiret çokluğu ile övünmek için yaratılmadı.
Allah Tealâ’nın rızasını kazanmayı sağlayacak ve rahmetini çekecek şeylere çalışmanız gerekir. Böylece başkaları da size uyarak yollarını düzeltir.
Toplumlara önderlik edenler şu iki halden kurtulamazlar. İçinde bulundukları topluluğu ya cennete ya da cehenneme sürükler götürürler. İnsanın ömrü çok aziz ve değerlidir. Öyle ise, kıymetli olan ömür ile aşağılık olan dünyayı değil, tam tersine talep edileceklerin en değerlisi olan ahireti istemek lazımdır. Zira dünya insanı Allah’tan uzaklaştıran engellerle doludur.
Allah’tan uzaklaşmaya sebep olmayan şeyler, kötülenen dünyalıklar kısmına girmez. Çünkü bu kısım dünyalıklar, onu kendine ahiret azığı eden kimse için güzeldir.
(Feyyaz Karabel tarafından tercüme edilip Menzil Kitabevi’nce yayınlanan Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin adlı eserin 1982 tarihli baskısından yeniden düzenlenerek yararlanılmıştır.)