Menzil (TASAVVUF ADRESİNİZ) SiLSiLE - buyuk islam akaidi ss
   
TASAVVUF DİYARI
 





Ana Sayfa
Açıklamalarıyla 99 Esma
Hatim- mukabele
Çeşitli Dualar
Silsile
Tasavvuf Edebiyatı
Tasavvuf Yazıları 
Menkîbeler
İlahiler ve Kasideler
İslâmi Flash
İslami Haberler
İslâm Kütüphanesi
İslami Siteler- TOPLİST
İslami Soru ve Cevaplar
İslami Sözlük
İslami Videolar
Rüya Yorumları- Tabirleri
Kadın 

Popüler
Oyun
Bilgisayar önerilerimiz
ZİYARETÇİ DEFTERİ


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

>>1.Hz. Ebu Bekir
>>2.Hz. Ömer bin Hattab
>>3.Hz. Osman bin Affan
>>4.Hz. Ali Bin Ebu Talib
>>5.Talha bin Ubeydullah
>>6.Zübeyr bin Avvam
>>7.Sa'd bin Ebi Vakkâs
>>8.Abdurrahman bin Avf
>>9.Ebu Ubeyde bin el-Cerrah
>>10.Said bin Zeyd

ASHAB-I SUFFA

>>Bilal-i Habeşî{R.A.}
>>Selmân-ı Farisî{R.A.}
>>Enes bin Malik{R.A.}
>>Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri{R.A.}
>>Abdullah bin Mesud{R.A.}
>>Huzeyfetul-Yemenî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ammar bin Yâsir{R.A.}
>>Muaz Bin Cebel {R.A:}
>>Ebud-Derda{R.A.}
>>Ebu Musa el-Eş'ârî{R.A.}
>>Mikdad bin Esved{R.A.}
>>Halid bin Velid{R.A.}
>>Mus'ab bin Umeyr{R.A.}
>>Usame bin Zeyd{R.A.}
>>Erkam{R.A.}

 

 

Tasavvuf ve Tevbe 
Rabıta 
Tevessül ve Vesile 
Allah İle Kul Arasına Girmek 
Kutbul İrşad ve Tasarruf 
Ehl-ibeyt Kimdir 
Mürşide Teslimiyet Kölelik mi? 
Veliye Hürmetin Ölçüsü 
Kerameti İnkar Etmek 
Himmet 
İrşad nedir, Mürşid kimdir?


 



Sabah namazına farzda yetişen kimse:
Eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekatte imama yetişeceğini umarsa hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer. Sünneti kapıda kılar dedik çünkü imam cemaatle namaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mekruhtur. (Hidaye Tercümesi)

 

Saç ve bıyıkları boyamak: Saçları ve bıyıkları kına ve benzeri, suyun nüfuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusül abdestine mani değildir. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

 

Sakal ve bıyık bırakmak: Sakalı kesmek Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinde haram görülmektedir. Nevevi, Rafii, Gazali ve Şafii alimlerinin çoğuna göre sakalı kesmek tenzihen mekruhtur.(İanetüt Talibinden) Peygamberimizden gelen hadislerden bir kısmında sakalı uzatmak ve bıyığı kısaltmanın fıtrattan olduğu belirtilmişken, bir kısmında da açıkça sakalı uzatıp bıyığı kısaltmak emredilmiştir. Ebu Davud’u şerheden Hattabi, Hz. Aişe vasıtasıyla rivayet edilen ve içerisinde sakalı uzatıp bıyığı kısaltmanın da bulunduğu on şey fıtrattan olduğu bildirilen hadisin şerhinde alimlerin çoğunun burada fıtratı sünnet manasına anladıklarını kaydeder. Hattabi devamla “Bunun manası şudur: Şüphesiz bu hasletler bizim kendilerine uymakla emr olunduğumuz Peygamberin sünnetlerindendir. Çünkü Cenabı Hak “Sen onların yollarına tâbi ol” buyurmuştur der...Bunu için sakal vacip veya sünnettir. (Halil Gönenç-Fetvalar)

            İbni Hümam “Kadınlaşan erkeklerin ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi, sakalın bir kabzadan az bırakılmasını hiçbir alim mübah görmemiştir. Sakalı tamamen kazımak ise Hindli yahudilerin ve İranlı mecusilerin adetidir. Ehli sünnetin bütün müctehid imamları “Sakalın mütevatir bir sünnet olduğunda ve tamamen kazımanın haramlığında ittifak etmişlerdir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Sakalı kesmek Şafii’ye göre mekruh, diğer üç mezhebe göre haramdır. Sakal duası sonradan ihdas edilmiştir. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Eba Nuh ile Ced Cemire Peygamber efendimizin yanına girdikleri zaman sakallarını tıraş etmiş ve bıyıklarını bırakmış oldukları için Peygamber efendimiz onların yüzüne bakmaktan ikrah etti ve: “Yazıklar olsun size! Bu ne biçim kılıktır.” Diye onları kınadı. Onlar da Kisra’yı kastederek –Bizim Rabbımız ise böyle emretmiştir, dediler. Peygamber efendimiz “Benim de Rabbim bana sakalımı bırakmamı ve bıyıklarımı kestirmemi emretmiştir.” Dedi. (Bidaye İbni Cerir’den) (Hayatüs Sahabe-1)

            Bir tutamdan az olan sakal, bazı Mağriblilerle kadınlaşmış erkeklerin yaptığı gibi kısaltmaya gelince, bunu kimse mübah görmemiştir. Bütün sakalı kazıtmak ise hint yahudileri ile Acem mecusilerinin işidir. (Fetih) (İbni Abidin-4)

            Ebu Davud şarihi es-Suki, sakalı emreden on kadar sahih hadis zikrettikten sonra, aksine delil olmadığı için, bu emirlerin vücup ifade ettiğini, bu yüzden sakalı kesmenin dört mezhebe göre de haram olduğunu söyler. Bir kabzeden az olan sakalın alınmasını muhanneslik ve bazı Mağribliler’e benzemek olduğunu, bir kabzeden fazlasının ise alınması gerektiğini delilleriyle anlatmaya çalışır. (Sübki-Menhel) sakal yokken bıyığı da kazımak, kadına benzemek sayılacağından, muhanneslik olması itibariyle ikinci bir mahzurlu iş olmalıdır. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Sakalla ilgili hadisler ile tatbikata bakan ulema sakalı tıraş etmenin haram olduğu neticesine varmışlardır. Kadı Iyad bunun mekruh olduğunu söylemiştir. Aynı mahiyette peygamberimizin söylediği boyama emrini yerine getirmenin farz ve terkinin haram sayılmaması da bu görüşü destekler. (İbni Hacer) Bazı muasır alimler bunun bir adet meselesi olduğunu düşünerek mübah olduğunu söylemişlerdir. Kardavi’de ikinci görüşü tercih eden muasır bir alimdir. (Kardavi-Helal ve Haram, Şerbasi-Yeselunek) (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Sünnet miktarı olursa, sakalı uzatmak da mekruh değildir. Sünnet miktarı bir tutamdır. Nihaye sahibinin açıkladığına göre, sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek vaciptir. Bunun muktezası, kesmemenin günah olmasıdır. Meğer ki vücup “subût” manasına yorumlana. (İbni Abidin-4)

 

Sarıkla namaz: Sarıkla namaz kılmanın faziletinden bahseden bütün hadisler, ya “mevzudur” ya da “sabit değildir” damgasını yemişlerdir. Fakat bu, sarıkla namaz kılmanın yasak olduğu yada genel olarak sarığın şiar olmadığı anlamına gelmez. Gerçi namazın bir sünneti olduğunu söyleyenler de vardır. Nitekim Allah Resülünün sarıkla namaz kıldığı sabittir. Fakat genel olarak, sarığın bir islam şiarı olduğunda çoğunluk müttefiktir. Ebu Davud’un ve daha başkalarının rivayet ettikleri: Müşriklerle bizim aramızdaki fark, kalansüveler üzerindeki sarıklardır” hadisi şerifi her ne kadar sahihlik derecesine ulaşmış değilse de, birçok rivayetlerle desteklendiği için, zayıf olarak da görülmemiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

 

Satılan malın kusurunun söylenmesi: Malın kusurunu satıcının söylemesi vacip olduğu gibi, bunu bilen herkesin söylemesi de vaciptir. Peygamberimiz sav “..bu kusuru bilen başkası da söylemezse kendisi için helal olmaz, yani sorumlu olur.” (İmam Ahmed) Büyük Şafii İlmihali)

 

Satışı çeşitli zamanlara bağlamak: Satışı hacıların gelişiyle kayıtlamak caiz değildir. Aynı şekilde satışı hasat, ekini dövme, üzümü kesme ve koyun kırpma zamanlarıyla kayıtlamak da caiz değildir. Çünkü bu işler ileri geri olmaktadır. (Hidaye Tercümesi)

 

Satranç oynamak: Satranç, düşünme ve aklı kullanmağa sevk eden bir oyundur. Şartsız olduğu takdirde bazı sahabe ile Şafii mezhebine göre caiz ise de Hanefi Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre haramdır. (Halil Gönenç-Fetvalar)

            Satranç oyunu Sahabei Kiram döneminde bilinmekteydi. Bu konuda ihtilaf vardır. İbni Abbas ra ve Ebu Hureyre ra mübahlığı üzerinde durmuş, Hz. Ali ra ve diğer bir kısım sahabei kiramda kumar noktasını ele alarak haramlığını esas almıştır. Molla Hüsrev “Satrançla kumar oynarsa yahut satrançla oyalanıp namazı terkederse şahidliği kabul edilmez. Fakat kumarsız ve namazı terketmeksizin sadece satranç oynamak bize göre (Hanefi) mekruh ise de İmam Şafiye göre satranç mübah olmakla, onda içtihada mesağ vardır. Tavla ve dama ise bunun zıddınadır, çünkü her ikisi de şer’an yasaklanmıştır. Zahirür Rivayeye göre tahrimen mekruhtur. (ibni Hümam, Molla Hüsrev, Mülteka) (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Satranç, tavla, on dörtlükler gibi her çeşit oyun oynamak mekruhtur. Eğer kumar söz konusu olmayıp sadece eğlence maksadı ile ise, o zaman vakit zayi etmek olduğu için yine iyi değildir. (Hidaye Tercümesi)

 

Savaş halinde namaz kılmak: Göğüs göğüse savaş halinde, nmazın velli bir şekli yoktur. Askerlerin her biri kendi başına muktedir olduğu halde yürüyerek, durarak, binek üzerinde, yüzü kıbleye doğru olsun olmasın namaz kılabilir. Ruku ve secdeleri işaretle yapar. Yani başının hareketiyle ruku ve secdeleri yerine getirir. Bu halde namaz kılarken savaşın gerektirdiği hareket ve darbeler mazeret sayılır, yani sakıncası yoktur. Ancak namaz esnasında bağırıp çağırmak ve konuşmak mazeret sayılmaz. Ayrıca mükellef olan kimse, içinde bulunduğu her şiddetli korku halinde, mesela akan selden veya yırtıcı hayvanlardan kaçışı sırasında bu şekilde namaz kılabilir. (Büyük Şafi İlmihali)

 

Seferi namaz: Yolculuğa çıkmış bulunan kişi, bir ihtiyaç için memleketine geri dönse mukim olur. Bir şehirde memur olsa, asıl köyüne ziyarete gitse mukim olur. Çünkü bu kişi iki vatanlıdır. Bir kimsenin asıl vatanı kendisi, ailesi ve ev eşyası ile tamamen başka bir şehre hicret edince batıl olur. Bunun delili hicretten sonra Hz. Peygamber’in kendini Mekke’de yolcu saymasıdır. Hanefilere göre emniyet içindeyse seferde sünnet namazlarını kılar. Yolculuğa devam mecburiyeti varsa kılmaz. Muhtar olan görüşte budur. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Bir kimse namaz kılarken, mukim mi, misafir mi olduğu hususunda şüpheye düşerse 4 rekat kılar. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

            Vatanı asli: Kişinin doğduğu veya evlendiği yahut yerleştiği yerdir. İlk vatanında kimsesi kalmadığı zaman bu vatan yalnız misli batıl olur. İlk vatanında ailesinden kalanlar varsa batıl olmaz. Her iki vatanda da namazlarını tam kılar. (İbni Abidin-3)

 

Selam verilmeyecek davranışlar: Şaka yapan yaşlıya, yalan söyleyen kimseye, boş söz konuşana, insanlara sövene, sokaklarda kadınların yüzüne bakan kimseye –tevbe ettiği bilinmedikçe- selam verilmez. Gunye’de de böyledir. Şarkı söyleyene, bevl edene, güvercin uçurana, hamamdaki veya başka yerdeki açık çıplaklara selam verilmez. Böyle olanların verdiği selamı iade etmek gerekmez. Gıyasiyye’de de böyledir. Günahkarla karşılaşınca selama önce başlamamak esahh olan kavildir. (Fetevayi Hindiyye)

 

Senet, çek ve bono satışı: Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir. Çünkü bunlar para veya meta’ değildir. (Halil gönenç)

 

Sıkışık hallerde namaz kılmak: “Sizden biriniz namaza dururken helaya gitmek ihtiyacı duyarsa önce helaya gitsin” (Ebu Davud 1, Tirmizi, Darimi, Ahmed) Namazı sıkışık bir şekilde kılmanın namazı bozmayacağı görüşünde olanlar “Hadisteki nehy, namazın dışındaki kişilerle ilgilidir. Bizzat namazla ilgili değildir. Bilakis namazın hiçbir farzını terketmeden eda eden kimse için iadesi gerekmez"”dediler. şafiler ve Hanbeliler bu görüştedir. Önce ihtiyacın giderilmesi sonra namaza durulması menduptur. Hanefilere göre farzlara ve vaciplere dikkat edilmesi şartıyla bu halde kılınan namaz sahihtir. Ancak namazda gerekli huzurun sağlanmaması sebebiyle mekruhtur. Zira namazda aranan husus huzuru kalp ile namazın eda edilmesidir. Bu bakımdan cemaatle namaz kılarken abdestine sıkışan kimse, ikinci bir cemaat bulamama ihtimali bile olsa namazı bozup, abdest ihtiyacını giderdikten sonra abdest alıp namazını yeniden kılar. (İbn Abidin) Şafilerle Hanbeliler bu görüştedirler. İnsan gönlünün arzu ettiği bir yemek hazırken de yine namaza durmamalıdır. (Ebu Davud Tercümesi 1)

 

Sıkışık durumda olanla alışveriş: Hanefiler “Sıkışık durumda olan kimsenin alış verişi geçersizdir. Bu şöyle olur: Adam bir yiyecek, içecek, giyecek vb maddeyi almak zorundayken satıcı söz konusu malları normal fiyatlarından yüksek, hatta fahiş fiyatlarla satıyor. Eğer biri malını satmak zorundayken çok ucuza kapatılmak istense onun da hükmü aynıdır.” Sıkışık bir durumda olan kimseyi düşük ücretle çalıştırmak da aynı kategoriye girer. “Zarar vermek de zarara uğramak da yoktur.” (İmam Ahmed, İbni Mace) (İslam 4 Said Havva)

 

Sıvılardaki necaset miktarı: Sıvı necaseti galizelerde “az” avuç içinden daha az olanlardır. Bağışlanmış olmasına rağmen az necasetle kılınan namaz, meşhur görüşe göre tahrimen mekruhtur. Katı necaseti galizede “az” dirhemden 2.17 gr’dan az olan miktardır. Elbisedeki hafif necasetin azı, elbisenin dörtte birinden az olandır. Bedende de necasetin bulaştığı kol ve ayak gibi organın dörtte birinden az olandır. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

 

Sigara: Hanefi fukahası “Haramın sabit olması için kat’i ve şüphesiz bir delil şarttır” hükmünde müttefiktir. Tütün insanı sarhoş etmediği için diğer içkilerin yasaklanmasındaki illet mevcut değildir. Müminler nasıl vacip olan bir ibadeti eda hususunda titizlik gösteriyorlarsa, tahrimen mekruh olan hususlarda da titiz olmak durumundadırlar. Hanefi fukahası; istihsanı, kıyas içerisinde müteala etmiştir. Sigara, gerek insanın sağlığına gerekse malına verdiği zarardan dolayı mekruhtur. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Bir anda zarar verenle, zamanla zararlı olan arasında haram olmaları bakımından bir fark yoktur. Mali zararı da vardır. “Gereksiz yere saçıp savurma! Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” Sigaranın haram olduğuna fetva veren alimler şunlardır: Şeyhül İslam Ahmed Senhuri, İbrahim el-Likani, Ebu Gays el-Kaşşaş, Dımeşk alimlerinden Necmeddin b. Bedreddin, Yemen alimlerinden İbrahim b. Ceman ve öğrencisi Ebu Bekir b. El-Ehdel. Hanefi olan Şeyh Ebu Sehl Muhammed İbnul Vaiz der ki: “Kati deliller onun mekruh oluşunu, zanni deliller de haram oluşunu göstermektedir. Bu nedenle (tahrimen) mekruh olduğunu savunuyor. Doktorlar geç de olsa sigarada ölüm mikrobu bulmuşlardır. Şayet ulema bu maddede zarar olduğu konusunda kesin bir karara varsaydı hiç çekinmeden onu haram kılarlardı. Bizim kanaatimiz haram olması mekruh olmasından daha kuvvetlidir. Alışkanlık haline geldiğinde biyolojik ve ekonomik zararın olacağı kaçınılmazdır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

            Tütün, 15. asırdan sonra, İslâm ülkelerine girmiştir. O zamandan beri, İslâm uleması onu içmenin hükmü üzerinde durmuşlardır. Şöyle ki:

a. Bâzı âlimler, tütünün mübah olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyenler, tütünün zararı olmadığını ve Şâri' tarafından men'edilmediğini ileri sürmüşlerdir.

Halbuki, bugün tütünün zararları ilmen kesin şekilde ortaya çıkmıştır. Zararsız olduğu söylenemez. Şâri'nin men'etmediğini söylemek de doğru olmasa gerektir. Zira Şâri', her haramı ismen tek tek zikretmemiştir. Hüküm, sadece sarih ve hususî naslarla değil, naslarda geçenlerin haram kılınış illetlerine bakarak yapılan kıyas ve istidlâl yollarıyla da verilebilmektedir. Bu bakımdan hakkında sarih nas olmayan bir nesne hakkında kıyas ve istidlâl yoluyla bir hüküm verilmesinde hiçbir mâni yoktur.

b. Bâzıları da sigara içmek mekruhtur, demişlerdir. Bunlar, kıyasla sâbit bir hükme, haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sâhibi olmamaları yüzünden bu hükmü vermişlerdir.

c. Bâzıları da sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir. Bunların mesnedi ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde darlığa yol açması gibi sebeplerdir.

Bu 3 sebebden biri gerçekleştiği yer ve durumda, sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise, mekruhtur. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)

            Hem içene hem de o ortamda bulunan şahıslara ve çevreye verdiği zararlar, israf ve hakların ihlaline yol açabileceğinin kuvvetle muhtemel olması dikkate alınarak, sigara içmenin kural olarak dinen “harama yakın mekruh” sayılması gerekir. Ancak beden verdiği zarar ilmen ve tıbben açıklık ve kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin nafaka yükümlülüğünü etkileyip aile fertlerinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kısmasına yol açıyorsa, zorunlu harcamalardan ve asli ihtiyaçlarından bile fedakarlık yapmaya zorluyorsa, o takdirde sigara içmenin dinen de “haram” olduğu söylenebilir. Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir. (Diyanet İslam İlmihali-2)

            Tütün içmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şurunbulali bunu Vehbaniyye Şerhinde şu sözleri ile manzum olarak anlatmıştır: “Tütünü satmak ve içmekten men edilir. Oruçta onu içen şüphesiz iftar etmiş olur. Şayet faydalı zannederse keffaret vermesi de lazım gelir.” (İbni Abidin-4)

            Tütün 15.asırdan sonra yeni dünyadan islam ülkelerine girmiştir. Tütünün mübah olduğunu söyleyenler zararı olmadığını ve Şâri tarafından men edilmediği deliline dayanmışlardır. Halbuki, sigaranın zararı bugün ilmen, kesin olarak bilindiği için zararsız denemez. Hüküm kaynakları yalnız sarih ve hususi nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlal yolları vardır. Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır. Sigaranın haram olduğunu söyleyenlerin delilleri zarar, israf ve nafaka mükellefiyetidir. Netice olarak denebilir ki, bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer ve zamanda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Sigaranın mutlak haram olduğunu söyleyenlerin tutundukları deliller, onun mutlak mubah olduğunu söyleyenlerin delillerinden hem daha çok hem de daha tutarlıdır. Sigaranın hükmü mutlak haramla, mutlak mubahın orta noktasından mutlak harama daha yakındır. Buna da tahrimen mekruhtur denilebilir. Haram diyenler arasında Şurunbulali, Mesiri, Ed-Dürrül Münteka sahibi Selim es-Senhuri, İbrahim el-Lekkani, Halid b. Ahmed, İbni Haldun, Necmeddin el-Gazzi, Kalyubi, İbn Allan, Ahmed el-Behuti. Haramlık gerekçelerinden bazıları Bu kişilerin ağzı kokar bu da sürekli camiye gelmemelerini gerektirir. Ayeti kerimede “Mümin erkekler ve mümin kadınlara hak etmedikleri bir şeyle eziyet edenler şüphesiz açık bir buhtan ve günahtan yüklenmişlerdir.” (Ahzap:58) Sigara içenler içmeyenler için küçümsenmeyecek bir eziyettir. Eza veren şey aynı zamanda pisliktir. Ayette “habis” (murdar) şeylerin haram kılındığı bildirilmiştir. (Araf:157) Sigaranın teneffüs edilen kısmı dumandır, yani ateştir. Suçlulara ceza aracı olarak yaratılan şeyler insanlar için nimet olamazlar. Sigara hiçbir faydası bulunmayan safi bir israftır. İsraf ise haramdır. Sigara abesle iştigaldir. Sigara islam alemine hıristiyan ve yahudilerden geçmiştir. Sigara insan için zararlı bir şeydir. “zarar ve zarara mukabil zarar yoktur” “Kendi kendinizi öldürmeyin”(Nisa:29) “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” (Bakara: 195) Sigara bir çeşit uyuşturma etkisi yapmaktadır. Sigara en azından şüphelidir. Böyle şeylerde hadiste de belirtildiği gibi harama düşürür. Sigara konusunda islam halifesinin yasaklaması söz konusudur. Sigara insanı ibadetten ve zikirden alıkoyar. Sigara tiryakileri oruca zor tahammül ederler. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Fakat her halükarda tütün ziraatı ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat (li-aynihi) pis değildir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

            Her yıl ABD’de 440 bin, İngiltere de 120 bin insan sigara nedeniyle ölmektedir. Tüm dünyada bir yıl içinde ölenlerin sayısının 13-14 milyon olduğu tahmin edilmektedir. (Ribat Dergisi 169.sayı)

 

Sigara kokusu ve cemaatle namaz: Sigaranın zararı bugün tıbben sabit olduğundan, cami ve cemaatine gitmesine engel olan sarmısak ile soğan kokusu kadar kerih görüldüğünden onu içmemek daha uygundur. (Halil Gönenç)

 

Sigorta: Hiçbir tereddüt olmadan Allah’a tevekkük bazı havassın hâli ve kârı olabilir. Resulün ümmetine tavsiyesi tedbirdir. Sigortada tedbirlerden biridir. Ancak sigorta, insanların istikbal endişesini, kaza ve felakete uğrama korkusunu istismar ederse islamın bunu meşru görmesi düşünülemez. Bilinen üç sigorta çeşidi vardır. 1- Devlet sigortası, 2- Üyelik sigortası, mesela bir iş koluna mensup üyelerin, içlerinden birinin kaza ve felakete uğradığı zaman yardım edilmek üzere periyodik bir meblağ vermeleriyle gerçekleşir. Bu da meşrudur, teşvike değer bir sigorta çeşididir. 3- Ücretli sigorta. Bir sigortacının kaza, yangın vb durumlarda zararı ödemek, bunlar meydan gelmezse hiçbir şey ödememek üzere bir şahısla ücretli sigorta akdi yapmasıyla vücut bulur. Bu şekil bilhassa sigortacının kazancı açısından islami ahkama aykırıdır, ancak zaruret halinde (diğer sigorta çeşitleri bulunmadığında) caiz olabilir. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Müslümanların pirimli sigorta şirketleri kurup işletmeleri caiz değildir. İslami sigorta kurumlarının bulunmadığı ülkelerde müslümanlar, mallarını ve sağlıklarını –hayatlarını değil- mevcut sigorta şirketlerine de sigorta ettirebilirler. (Helaller ve Haramlar-Hayrettin Karaman)

            Mal ve hayat sigortaları yaklaşık yüz yıl önce çıkmış ve islam alimleri bununla ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. İslam alimlerinin bir kısmı, sigorta şirketi haramdır demiş, bazıları da içinde faiz olmamak şartıyla helal olduğuna hükmetmiştir. Haramdır diyenlerin delilleri şunlardır; çünkü bu akidde aldanma mevcuttur. Bir nevi kumardır. Faiz ihtiva etmektedir. Başkasının malı haksız yere alınmaktadır vb sebepler ileri sürmüşlerdir. Helaldir diyenlerin delilleri ise şunlardır: Sigorta akdinin bir satış akdi olmadığını, aksine felakete uğramış kimselerin zararının hafifletilmesi için bir yardım ve dayanışma akdi olduğunu, ayrıca zarara uğrayan kişinin tek başına bu yükü kaldıramayacağını, ancak başkasının yardımıyla bu felaketi izale edeceği gibi sebepler ileri sürmüşlerdir. (Büyük Şafi İlmihali)

            Kapitalist sistemde herkesin hayatını sadece kendi imkanlarına dayanması esastır. Eğer bir kişi yaşlılığı için bir kenara bir koymazsa, yaşlılığında yoklukla yüz yüze gelebilir; eğer bir kişi çocuklarına bir bırakmadan ölürse, çocukları bir parça ekmek bulamadan kapı kapı dolaşacaklardır. Hasta olduğunda birikmiş parası olmayan kişi tedavisini bile sağlamaya muktedir olamayacaktır; evi yanan, iflasa uğrayan veya başına başka bir çeşit ani felaket gelen kişi yine bir birikimi yoksa hiçbir yerden hiçbir destek bulamaz. İslam, beytül mâl varolduğu sürece sizin için hiçbir açlık ve barınak yokluğu tehlikesi olmayacaktır. (Siret Ansiklopedisi-2)

 

Sövmek: Eğer bir kimse bir başkasına “Ey orospunun oğlu” diye söver ve o kimsenin annesi de sağ olmadığı için onun yerine oğlu davacı olursa ona ceza lazım gelir. (Hidaye Tercümesi) Bir kimsenin bir müslümana zina isnad etmeyip, sadece ona fasık, kafir, habis yahut hırsız demesi de idari cezayı gerektirir. (Hidaye Tercümesi)

 

Susuz kalmak ve içki içmek: Bir şahıs şarap içmeye zorlansa veya haram olduğnu bilmeyerek içse cezalandırılmaz. Susuzluğu gidermek için içki içerse cezalandırılır. Çünkü içki susuzluğu gidermez. (Ahkamus Sultaniyye-İmam Maverdi)

 

Sünnetle farz arasında konuşmak: Sünnetle farz namaz arasında konuşmak namazı ifsad etmezse de sevabı eksiltir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

 

Sünnet namazları: Sünnet namazları farzlarda meydana gelen eksiklikleri tamamlamak ve kıyamet gününde Allah’ın huzurunda farzlardaki eksiklikler için bir gerekçe olarak kullanılabilir. Muhakkik alimler, imamın müstehap namazları sık sık terketmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü cemaat zamanla bu namazları vacipmiş gibi algılayabilir. İnsan bankalarda yatan malını ve servetini artırmayı düşünür de niçin Allah katında değer ifade edecek olan iyiliklerini artırmayı düşünmez? Kıyamet gününde insanın hesaba çekileceği ilk şey namazdır. İlk önce farz namazlarına bakılır. Şayet farz namazlarını tam eda etmişse bırakılır yoksa sünnetlere bakılır onda da eksiklikler varsa bu sefer nafile namazlara bakılır. Farz namazlarından eksik olanlar bu sünnet ve nafile namazlarıyla tamamlanır. Şunu da belirtelim ki bir müslüman rükünlerini, adaplarını ve şartlarını tam manasıyla yerine getirdiği müddetçe farz namazlarıyla yetinmesinde herhangi bir kusur ve günah olmaz. Peygamber sav: Sadece farz namazlara, ne bir ekleme ne de bir eksitme yapmaksızın kılacağını söyleyen adam için Eğer sözünde durursa felah bulur” veya “Eğer söylediklerini yaparsa cennete girer buyurmuştur” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

 

Sünnet namazları evde kılmak: Bu secde yerlerinin çoğalması için yapılır. Farzı camide kıldıktan sonra eve gelip sünneti evde kılmak daha efdaldir. (Büyük Şafi İlmihali)

 

Sünnet namazların terki: Sünnet namazlar sünneti müekkede ve sünneti gayri müekkede olarak ikiye ayrılır. Sünneti müekkede olan namazlar, Peygamber sav efendimizin devamlı kılıp pek az terketmiş oldukları sünnetlerdir. Bu sünnetlerin yapılması  sevaptır. Kasden terk edilmesinde azap yok ise de itab (azar) vardır. Ancak aşırı yorgunluk, hastalık vb durumlarda sünnet namazlar terk edilebileceği gibi yolculuk esnasında seferi durumda da terk edilebilir. Sünneti gayri müekkede; Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile arasıra yapmış oldukları şeylerdir. Bu sünnetlerin yapılması güzeldir. Sevaba ve Peygamberimizin şefaatine vesiledir. Kılanlar, sevabını alırlar; terk edilmesi ise azarlanmayı gerektirmez. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

            Mesele hakkında Hanefi mezhebinden İbni Nüceym gibilerin Şafii görüşüne meyletmeleri de hesaba katılarak, kırkbeş elli yaşlarından sonra namaza başlamış birisi gibi çok fazla kaza namazı olanların, sünnet yerine terkettiği farzların kazalarını kılmaları daha uygundur. Ancak bu görüşü tamim etmek ve bununla fetva vermek doğru olmaz. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

 

Sünnetin terki: Sünneti terk eden cehennem azabına layık olmaz. Fakat şefaatten mahrum olup itaba layık olur. Sünneti işleyen şefaata nail olur. (Fetvalar-1 Nevzat Akaltun)

 

 

Ş   

 

Şarap imalatçısına üzüm satmak: Şarap imal edeceği bilinen kişiye üzüm şırasını satmakta beis yoktur. Çünkü bununla direkt masiyet söz konusu değildir. (Hidaye Tercümesi)

            Şirayı içki yapan adama satarken maksad ticaret ise haram değildir. İçki yapması için verilirse haramdır. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

 

Şarkı söylemek: Şarkıcı ve şiirin güzeli güzel, çirkini de çirkin ve haramdır. Ancak, çalgılı aletlerle olursa mutlaka caiz değildir. (Mühezzeb) Ashabı Kiram ile büyük islam alimlerinden şiir ve kaside yazmamış (söylememiş) olanı hemen hemen yok gibidir. Binaanaleyh şiir ve şarkı söyleyip yazmakta herhangi bir sakınca yoktur, yeter ki islamın getirdiği ölçüler dahilinde olsun. (Halil Gönenç-Fetvalar)

 

Şek gününde oruç: Bir kimse şek gününde nafile oruca niyet etmiş olursa, sahih olan kavle göre, bunda bir beis yoktur. Eğer bu günün Ramazandan olduğu ortaya çıkarsa, o kimse ramazan orucunu tutmuş olur. Şaban ayından olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç nafile olur. Bu durumda orucunu bozarsa, kaza etmesi lazım gelir. Çünkü bu oruca açıkça nafile niyeti ile başlamıştır. Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            Şek günü, yani Ramazandan olduğu kesin olarak bilinmeyen şabanın otuzuncu günü Ramazan diye oruç tutulamaz. Ancak eğer istenirse nafile olarak tutulabilir. (Hidaye Tercümesi)

 

Şeriat kabuk mu? Bazıları “Şeriat, meyvenin kabuğu gibidir, daha içi var, özü var diyorlar” halbuki insanı küfre götüren sözler ve fiillerle ilgili kitaplara baktığımızda şeriatı küçümsemek, hor görmek; herhangi bir yolu, sistemi, metodu, hükmü ondan üstün görmek, beğenmek, bağlanmak küfür sebebi olarak sayılmıştır. Ancak biz biliyoruz ki bu müslümanlar şeriatı küçük gördüklerinden dolayı böyle söylemiyorlar. Şeriatı daha güzel yaşama adına bunu söylüyorlar. Fakat aynı sözün şeriatı küçük görme manasına da geldiğini bilip kelimeleri ona göre seçmek gerekir. Öyleyse tarikle sıratı karıştırmayalım. Sıratı müstakiym de olmamız bize yeter. Başka yollara, hele şeriatı yetersiz görüp, daha ileri götüreceğini iddia eden yollara asla ihtiyaç yoktur. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)

 

Şevval orucu: İmam Malik’ten: “Ramazan Bayramından sonra altı gün oruç tutan hiçbir alim ve fakih görmedim. Ashaptan hiçbirisinden de bu konuda bir rivayet bana gelmedi. Ancak alimler, bazı cahillerin bu altı günü Ramazana dahil etmelerinden ve bir bidat uydurmalarından korkarak bunu mekruh bulmuşlardır. Şayet alimler bu konuda ruhsat vermiş olsalardı, onların da bayramdan sonra altı gün oruç tuttuklarını görürlerdi. (Muvatta 2-İmam Malik)

            Müekked nafile oruçlardan biri de Şevvalin altı gününde tutulan oruçtur. Nitekim Eyyup ra’den Rasulullah sav’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim-Sıyam:204, Tirmizi-Savm:53, Ebu Davud-Savm:58) Sevban ra’den Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Kim Ramazanda ve bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. Çünkü kim bir iyilik yaparsa onun için on katı sevap vardır.” (İbni Mace-Sıyam:2,33 Nesai-Sıyam:39) (Allah Dostları-İmam Şevkani)

 

Şeyh değiştirmek: İmam Suyuti; Bir şeyhe daha önce bağlanmışken sonradan başka birine bağlanan insan bunlardan hangisine bağlılığını sürdürmesi lazımdır? Sorusuna: “Ne buna ne ona bağlanmak mecburiyetinde değildir. Çünkü bağlanma mecburiyetinin hiçbir aslı yoktur. Zira tek asıl ve esas islam cemaatine ve onun imamına bağlanmaktır” demektedir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

 

Şeyhi olmayanın şeyhi: Şeyhi olmayan, yani şeri ilimleri öğretecek kimsesi bulunmayan, daha doğrusu ne öğrenen ve de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. Böylelerinin şeyhi şeytandır. Ama ilim ışığında seyreden kimsenin şeyhi ilim ve şeriattır. Usûl alimleri bizzat sahabinin sözünü kabul etmemişlerdir. Sahabinin sözü bağlayıcı değilken başkalarının sözü nasıl bağlayıcı olabilir? Bu cümlenin anlamı sadece bir tek ihtimal halinde sahih olabilir. Şöyle ki; kendi kendine şeri ilimleri öğrenmeye gücü olmayan cahil bir insan, bidat ve hurafeler içinde yüzmektedir. İbadet ve muamelelerinde ve diğer tasarruflarında bilmeden hareket etmektedir. Böyle bir kişinin şeyhi şüphesiz şeytandır. Ama kendi kendine öğrenme kudreti olan ve sahih ilmin ışığında seyreden bir insanın şeyhi, kitapları ve sahih ilimdir. ilmi ehlinden alan kimsenin şeyhi de kendilerinden ilim aldığı kimselerdir. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

 

Şeyhin resmini öpmek: İster şeyh, ister alim veya herhangi bir büyüğün resmini, ona tazim ve ondan himmet beklemek niyetiyle taşımak ve öpmek caiz değildir. Çünkü bu hem dinimizin “sadece Allah’tan yardım dileme” prensibine aykırı; hem de batıl din mensuplarının resim ve şekillere tapmalarına benzemesi açısından mahzurludur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

 

Şeyhin vasıta olması: Günümüzde bazı insanlar bâtıl bir kıyas yaparak şöyle diyorlar: “Efendim, nasıl ki bir belediye başkanının, devlet başkanının yanına girmek, herhangi bir işini görmek için bir adamını bulman gerekiyorsa, Allah’a ve Resulüne ulaşmak için de mutlaka bir vasıta gerekir. Hatta direkt olarak Allah’a ulaşılamaz. Önce veli bir kula ulaşacaksın. O seni yetiştirecek, Resule ulaştıracak. Sonra Resul yetiştirecek Allah’a ulaştıracak” bunlar tamamen islam dışı sözlerdir. Peki islam dışı olduğuna delilimiz nedir? Birincisi; Allahu teala ne belediye başkanıdır ne de devlet reisidir ki kapısında kapıcılar bulunsun. Allah, peygamberlerin, velilerin, mürşidlerin nasıl Rabbi ise, bizim de Rabbimizdir. Onlara karşı başka bize karşı başka değildir. Araya vasıta konulmadan kendisine ulaşılamayanlar zalimlerdir. İkincisi; Fatihayı okuyan herkes “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz” ayetini okuyor. Bu Rabbimizle karşılıklı konuşmadır. Madem ki biz direkt Allah’ın huzuruna gidemiyorsak, Ona ulaşamıyorsak, ne diye kendimizi kandırıp sanki Rabbimizin huzuruna kabul edilmiş gibi karşılıklı konuşma kipiyle konuşuyoruz? Demek ki, bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimizin huzuruna girmek, Ondan birşeyler istemek için herhangi bir vasıtaya ihtiyacımız yoktur. Eğer böyle olmayıp da aracılara ihtiyaç olsaydı bu bize zulüm olurdu. Çünkü benim Rabbime her an ihtiyacım var. Ne zaman, ne isteyeceğim belli olmaz ki. Ben her an aracıları nasıl bulacağım. Kaldı ki aracılar da zaten Rabbime muhtaçlar. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)


   
©Copyright-007-021 ▓®▓ ŝĪĮЅї╚ξ 56 ziyaretçi (121 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol