Menzil (TASAVVUF ADRESİNİZ) SiLSiLE - buyuk islam ilmihali oo
   
TASAVVUF DİYARI
 





Ana Sayfa
Açıklamalarıyla 99 Esma
Hatim- mukabele
Çeşitli Dualar
Silsile
Tasavvuf Edebiyatı
Tasavvuf Yazıları 
Menkîbeler
İlahiler ve Kasideler
İslâmi Flash
İslami Haberler
İslâm Kütüphanesi
İslami Siteler- TOPLİST
İslami Soru ve Cevaplar
İslami Sözlük
İslami Videolar
Rüya Yorumları- Tabirleri
Kadın 

Popüler
Oyun
Bilgisayar önerilerimiz
ZİYARETÇİ DEFTERİ


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

>>1.Hz. Ebu Bekir
>>2.Hz. Ömer bin Hattab
>>3.Hz. Osman bin Affan
>>4.Hz. Ali Bin Ebu Talib
>>5.Talha bin Ubeydullah
>>6.Zübeyr bin Avvam
>>7.Sa'd bin Ebi Vakkâs
>>8.Abdurrahman bin Avf
>>9.Ebu Ubeyde bin el-Cerrah
>>10.Said bin Zeyd

ASHAB-I SUFFA

>>Bilal-i Habeşî{R.A.}
>>Selmân-ı Farisî{R.A.}
>>Enes bin Malik{R.A.}
>>Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri{R.A.}
>>Abdullah bin Mesud{R.A.}
>>Huzeyfetul-Yemenî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ebuzer-i Gıfarî{R.A.}
>>Ammar bin Yâsir{R.A.}
>>Muaz Bin Cebel {R.A:}
>>Ebud-Derda{R.A.}
>>Ebu Musa el-Eş'ârî{R.A.}
>>Mikdad bin Esved{R.A.}
>>Halid bin Velid{R.A.}
>>Mus'ab bin Umeyr{R.A.}
>>Usame bin Zeyd{R.A.}
>>Erkam{R.A.}

 

 

Tasavvuf ve Tevbe 
Rabıta 
Tevessül ve Vesile 
Allah İle Kul Arasına Girmek 
Kutbul İrşad ve Tasarruf 
Ehl-ibeyt Kimdir 
Mürşide Teslimiyet Kölelik mi? 
Veliye Hürmetin Ölçüsü 
Kerameti İnkar Etmek 
Himmet 
İrşad nedir, Mürşid kimdir?


 



O

   

Oje ve abdest: Kadınlar el ve ayak parmaklarına oje vb şeyler sürüyorlar. Bunlar el ve ayak tırnaklarında bulunduğu müddetçe -altlarına su girmeyeceğinden- cünüplükten kurtulamazlar ve abdestleri de olmaz. (Büyük İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

 

Okumak bilmeyenin imamlığı: Okumak bilmeyen bir kimse, eğer okumak bilen ve bilmeyen kimselerden oluşan bir cemaate namaz kıldırırsa –İmam Ebu Hanife’ye göre- hepsinin namazı fasiddir. Diğer iki imama göre ise bilmeyenlerin namazı yerindedir. (Hidaye Tercümesi)

 

Organ nakli: Öldükten sonra bir organını, kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakletmekte beis yoktur. Sağlıklı olan kimsenin böbreğinin hayatı tehlikede olan bir hastaya, hazır doktorların nezareti altında verilmesinde bir beis yoktur. (Fetvalar-Halil Gönenç)

            Hastaya verilecek mubah bir ilaç yoksa, o takdirde gayri müslimden bile olsa, kan alıp vermek caizdir. Şafii fukahasının hicri 5. Asırdan sonra gelenlerinden bir çoğu, diri bir insanın kırık kemiğini, ölü insan kemiğiyle düzeltmeyi veya tamamen kırık olanı çıkarıp, yerine ölü bir insanın kemiğini koymayı caiz görmüşlerdir. Buna kıyasla, dirinin gözünü islah için, ölü gözü nakletmek caizdir. (Celal Yıldırımdan) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Ademoğlunun kılının satılması da caiz değildir. Onunla faydalanılması da caiz değildir. İnsanın parçalarından hiçbir parçanın satılması ve faydalanılması da caiz değildir. Zira Ademoğlu, mükerremdir. Kerameti için caiz değildir. (Mülteka Tercümesi-3)

            Organ nakli ve tüp bebek, otopsi vb de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır. (Helaller ve Haramlar-Hayreddin Karaman)

            Alimler bir insandan bir başkasına herhangi bir uzuv aktarılamayacağını, zaruret içerisinde de olsa bunun caiz olmayacağını çeşitli ifadelerle ve hemen hemen ittifakla söylemişlerdir. (Nevevi-EL-Mecü’l, Mugnil Muhtaç, Mecmaul Enhur) Yapay organlar ve domuz dışındaki kemik vb lerini bu gaye ile kullanmakta da sakınca olmadığını söylemişlerdir. En ihtiyatlı görülen bu izaha göre; insanın tek hedefi, nasıl olursa olsun yaşamak değil, ne kadar yaşarsa yaşasın bir gün nasılsa ayrılacağı bu dünyadan, asıl dünyasını kazanarak ayrılmaktır. Bizce caiz olmadığını savunan görüşün delilleri daha güçlü daha ihtiyatlı daha insani görülmektedir. Bazı nedenler şunlar, dokuların uyuşmayabileceği, uzuvları alınan bir insan ne derece onlarındır diğer yandan diğer insanların uzuvlarıyla yaşayan insan bu organlarla işleyeceği haramlar,  haşrin cismani olacağını savunan görüşe göre nakledilen bir organ mesela kalp tekrar dirilmede kimin organı olarak dirilecektir? Organ naklinin bir kalemde caiz olduğunu söylemek, aynı zamanda alternatif çarelerin de önünü tıkamak ve insanı gibi görülen bir uygulamanın, daha insani olana engel olması anlamına gelebilir. Nitekim yakınlarda dinlediğim bir radyo programından ABD’de kadavra görevi üstlenecek yapay bir vücut geliştirilmiştir. (Fetvalarla Çağdaş Hayat-Faruk Beşer)

 

Orucun bozulması halinde ne yapmalı: Ramazanda orucu bozulan kimsenin gündüz boyunca imsakı (bir şey yememesi, içmemesi) vaciptir. (İslam İlmihali) (İkaz-Mehmet Güleç)

 

Oruçlunun ağır işte çalışması: Ramazan ayında sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında çalışan bir kimse  işini Ramazandan sonraya bırakması mümkünse “yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı telef olmayacaksa” muvakkaten işine son vermek mecburiyetindedir. Yoksa çalışmadığı takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyet getirir çalışamayacak hâl gelirse orucunu bozar. İbni Abidinden) (Halil Gönenç)

            Remli şöyle diyor: Camiül Fetava’da bildirildiğine göre bir kimse geçim derdi ile meşgul olurken zayıf düşerek oruç tutamazsa orucu bırakarak her gün için yarım sâ’ yiyecek verebilir. Yani orucunu kaza edecek başka günlere yetişemezse, demek istiyor. Yetişirse kaza etmesi vacip olur. Bu izaha göre, orak zamanı oruçlu olarak işe gücü yetmez, geciktiği takdirde ekin helak olursa, şüphesiz orucu bırakıp sonra kaza eder. Ekmekçi de öyledir. (İbni Abidin-4)

 

Orucun başlangıcı ve hilalin gözlenmesi: Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezhebine göre hesaba dayanarak Ramazan orucunu tutmak ve bayram yapmak caiz değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde rüyeti hilal sabit olursa, bütün müslümanlara oruç tutmak ve bayram yapmak vacip olur. (Halil Gönenç)

            Astronomi alimlerinin, ayın hareketlerini esas alarak yaptıkları hesaplara itibar edilerek, Ramazan ayına başlanılmaz. iBni Abidin muvakkitlerin (hesap uzmanlarının) sözüne itibar yoktur. Nehir de  şu ibare vardır: Muvakkitlerin filan gecede hilal şöyle görülecektir demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

            Şaban ayının 29.gecesi akşam üzeri gurup vaktinde insanların hilali gözlemeleri bir vecibedir. hilali görürlerse ertesi gün Ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava bulutlu ise, Şaban ayını otuza tamamlarlar. İhtiyar’da da böyledir. Hilali gören kimsenin parmakla göstermesi mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

            Şaban ayının 29.akşamı hilali aramak gerekir. Eğer hilal görülürse oruç tutulur. Hava kapalı olup hilalin görülmesine imkan bulunmazsa o zaman Şaban ayı 30 gün olarak tamamlanır ve ondan sonra oruca başlanır. (Hidaye Tercümesi)

            Bazı alimler de illeti değiştiği için hükmün değişikliğine cevaz vermiştir: Müellefi-i kulüb payının durdurulması ve kameri ayların başlarını bulmada rüyete değil de hesaba dayanılması gibi.. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)

            Nasslardaki ifadelerden, hilalin tespiti illada çıplak gözle olacaktır, bunun dışında –kesinlik arzetse de- başka bir yolla hilali tespit edemezsiniz, gibi bir kayıt yoktur. Diğer taraftan ayın, güneşin ve diğer yıldızların belli bir hesap ve ölçü dahilinde olduğu, rastgele ve başıboş olmadığı Rabbimiz tarafından bize haber verilmektedir. “Güneş de ay da hesap iledir. Semayı, onu, O yükseltti ve ölçü koydu.” (Ahzap:31) (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz)

            Ulemamız, ramazan ayının girmesi hakkında astronomi alimlerinin sözlerine itimad edilmeyeceğini açıkça söylemişlerdir. Bu sözün esası orucun farziyeti “Hilali görürseniz oruç tutun!” hadisi şerifi ile hilalin görülmesine bağlanmıştır. Hilalin doğması görülmesine bağlı değil, astronomi kaidelerine göredir. Bu kaideler haddi zatında doğru da olsalar ay filan gece doğar da bazen görülür, bazen görülmeyebilir. Şarih Teala hazretleri orucun farz olmasını, ayın doğmasına değil, görülmesine bağlamıştır. Benim anladığım budur. (İbni Abidin-2)

            “Muvakkitlerin sözüne itibar yoktur” Yani halka oruç farz olmak için onların sözü delil olamaz. Hatta Mi’rac adlı kitapta, “Onların sözü bil ittifak muteber değildir. Müneccimin kendi hesabı ile amel etmesi caiz değildir.” Denilmiştir. Nehir’de de şu ibare vardır: “Muvakkitlerin filan gece hilali gök yüzünde şöyle görülecektir; demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez. Sahih kavle göre velev ki adalet sahibi olsunlar. Nitekim İzah’ta da böyle denilmiştir. Şafilerden İmam Subki’nin bir telifi vardır ki, onda müneccimlerin sözünü kabule meyletmiştir. Çünkü hesap kesindir.” Vehbaniyye şerhinde de bunun gibi sözler vardır. Ben derim ki, Subki’nin sözünü kendi mezhebinin sonra gelen uleması reddetmişlerdir ki, onlardan bazıları İbni Hacer ile Remli’dir. (İbni Abidin-4)

            Allah Teala “Güneş ve ay husban iledir.” Buyurmuştur. Bundan murad, Güneşle Ay’ın seyretmeleri hesapladır, demektir. (İbni Abidin-1)

            Bir belde halkı ramazan hilalini görseler ve 29 gün oruç tutsalar, diğer belde halkı da ayı görseler ve onlarda 30 gün oruç tutsalar, 29 gün tutanların bir gün kaza orucu tutmaları icab eder. (İbni Nüceym) (Fetvalar 1-Nevzat Akaltun)

 

Oruç ve banyo: Vücuda dışardan herhangi bir şey girmedikçe oruç bozulmaz. Bu itibarla ister temizlik, ister serinlemek maksadıyla olsun, ağız ve burundan su kaçırmamak şartıyla banyo yapmakla oruç bozulmaz. (Diyanetten Günümüz Meselelerine Fetvalar)

 

Oruçlunun cünüb olarak sabahlaması: Oruç tutan bir kimsenin cünüb olarak sabahlaması veya gündüz uyuyup ihtilam olması orucuna bir zarar vermez. Muhiyt’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

            İhtilam olunca, banyo yaparken kulağına veya mazmaza yaparken elinde olmayarak ağzına su sızsa dahi orucunu bozmaz. Çünkü bu affedilen hatalardandır. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

 

Oruçlunun göz yaşını yutması: Bir oruçlu ağzına giren bir veya iki damla göz yaşını yutarsa orucu bozulmaz. Gözyaşı fazla olursa bozulur. (Fetevayi Hindiyye)

 

Oruç ve hamilelik: Hamile bir kadın karnındaki ceninin ölüm tehlikesinden korkarsa orucunu tutmaması daha uygundur. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

 

Oruç ve iğne: İmameyne göre bir şey, hılki bir medhalden içeri girmedikçe, oruç bozulmaz. Binaanaleyh hariçteki bir yaraya konulan ilaç içeriye kadar gitse de oruca zarar vermez. Bu halde iğne ile orucun bozulmaması lazım gelir. Binaanaleyh bir baş göstermeyince iğneleri iftardan sonra yaptırmak ihtiyata uygundur. (Ö. N. Bilmen ) (Fetvalar-Nevzat Akaltun)

 

Oruç ve kolonya: Racih olan görüş kolonyanın necaseti mugallaza olmasıdır. Kolonya ister muhaffefe olsun, ister mugallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazanı şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir. Tahirdir dersek her zaman kullanılmasında bir beis olmaz. (Halil Gönenç)

 

Oruçlunun kulağına su kaçarsa: Kulağına su giren veyahut damlatan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü suyun kulağa hiç bir faydası yoktur. Yağ ise öyle değildir. (Hidaye Tercümesi)

 

Oruç ve kusmak: Midesi bulanıp elinde olmayarak kusan kimsenin orucu bozulmaz. Zira peygamber sav “Elinde olmayarak kusan kimseye kaza lazım gelmez. Kendini kasten kusturan kimseye ise kaza lazım gelir. (Ebu Davud-Tirmizi) (Hidaye Tercümesi)

 

Oruç ve misvak: Oruçlu olan kimse için –ister sabah ister akşam olsun- ağzına yaş misvak sürmek mekruh değildir. (Hidaye Tercümesi)

 

Oruç ve nefes açıcı spreyler: Yoğunlaştırılmış suni oksijen, yiyecek, içecek cinsinden olmayıp sırf hastanın teneffüs imkanını kolaylaştırmak için kullanılan bir maddedir. Astımlı hastaların rahat nefes almalarına sağlamak amacıyla ağıza püskürtülen oksijenli ilacın orucu bozmayacağı mutalaâ olunmuştur. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

 

Oruç ve niyet: Oruçta müslümanlara kolaylık olması için öğleye kadar da niyet yapılabilir. (Ehli Sünnet İtikadı-Gümüşhanevi)

 

Oruçlunun serinlemesi: İmam Ebu Hanife’ye göre –abdestin dışında- oruç tutan kimsenin ağzına ve burnuna su alması, başına su dökmesi, suda yıkanması ve ıslak beze sarılması mekruhtur. İmam Ebu Yusuf’a göre ise bunlar mekruh değildir. Fetva bu kavil üzeredir. Serahsi’nin Muhitin’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

 

Oruçlunun tahareti: Oruçlu kimsenin istincada (taharette) mübalağa yapması mekruhtur. (Fetevayi Hindiyye)

 

Oruç tutamayacak derecedeki ihtiyarın orucu: Oruç tutmaya gücü yetmeyen şeyhi fani iftar eder ve her gün için bir yoksula fidye verir. Fetevayi Hindiyye de şeyhi fani ölümüne kadar her gün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan vefat ederler. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelen yaşlı kimsenin vermiş olduğu fidyesinin hükmü, batıl olur. Bu kimsenin önceden tutmamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir, der. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)

 

Oruç tutmamak: Rivayet edildiğine göre Ramazanda adamın biri oruç tutmadı bunun üzerine Ebu Hureyre ra şunları söyledi “Bir yıl oruç tutsa da bu günler ramazanda oruç tutmadığı günlerin yerine geçmez” İbni Mesud’dan şöyle rivayet edilir: “Hiçbir ruhsata dayanmadan Ramazandan bir gün oruç tutmayan kişi sair zamanlarda bir yıl boyunca oruç tutsana tuttuğu bu oruçlar ramazan orucunda tutmadığı günün yerini karşılamaz.” (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)

 

Oruç ve yer değişikliği: Bir yerde oruca başladıktan sonra, daha önce akşam olan bir yere uçakla giden bir kimse, gittiği yerdeki vakte göre orucunu açacaktır. Eğer batıya giderse durum yine aynıdır. Yani gittiği yerin vaktine uyarak orucunu açacaktır. Yüksek bir yerde bulunan kimse güneşin gurubunu (batışını) görmeden iftar edemez. Aynı şekilde uçakla giden kimse üzerinde olduğu yere göre değil güneşin batışına göre iftar edebilir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

 

Unutarak orucu yemek: Unutarak orucu yemekte olan birini gören bir kimse, şayet onun akşama kadar oruç tutacak kudrette birisi olduğunu anlarsa muhtar olan kavle göre o kimseye oruçlu olduğunu hatırlatmaması mekruh olur. Ancak unutarak orucunu yemekte olan bir kimse zayıf veya yaşlı bir kimse ise ona haber vermeme ruhsatı vardır. Zahiriyye’de de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)

 

Kar yağmur tanesi ve oruç: En sahihi şudur ki kar ve yağmur tanelerinin boğaza kaçması ile oruç bozulur. (Hidaye Tercümesi)

 

Otobüste namaz: Hanefi fıkıhçılarının farz namazlar hakkındaki görüşü şudur: Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü (zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılmaz. (Serahsi, İbni hümam) Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi, inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu bulunması, ortalığın yağmur ve çamur olması, ihtiyar olup, inip binmede yardımcısının bulunmaması, bineğinin huysuz olması vb şeyler özür olarak görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir. (Serahsi, İbni Hümam) İma ederken ön koltuğa secde etme yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp, rüku için biraz, secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Şoföre uyarıyı her namaz vakti yapacak ancak çekişmeye ve tartışmaya girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı arabada kılmak için bir özür sayılabilir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar-Faruk Beşer)

 

Oyun oynanan kahvenin çayı: İçinde oyun oynanan kahveye girmek, çay, kahve gibi meşrubat içmek için değil, İslamı tanıtıp emri bil maruf nehyi anil münker farizasını ifâ etmek için olursa gitmek caiz, hatta lazımdır. Böyle bir görev olmazsa çay içilsin içilmesin oraya gidip oturmak haramdır. (Fetvalar-Halil Gönenç)

 

 

Ö 

 

Ölünün gömülme vakti: Hiçbir vakit ölüleri gömmek mekruh değildir. (Hidaye Tercümesi)

 

Ölünün sorgusu hakkında: İbni Hacer’den sorulmuş bazı sorular: Ölü oturarak mı sorguya çekilir yoksa yatarak mı? Oturduğu halde sorulur. Ruh cesedin içine girer mi? Evet girer fakat bu konudaki rivayetlerin açıkları, ruhun vücudun üst kısmına girdiğini gösterir. İbni Kayyım “Hadisler sorgu anında ruhun cesede iade edildiğini tasrih ederler. Fakat bu iade ile bizim alıştığımız, mutad hayat elde edilmez ki, ruh bedenin idare ve tedbiriyle uğraşıp yemek ve içmeye muhtaç olsun. Bu iade ile ancak bir çeşit hayat elde edilir ki, onunla sorguya çekilir, imtihan edilir. Nasıl ki, yatanın hayatı, uyanığın hayatından değişik bir şeydir. Hadis, ruhun devamlı vücutta kaldığını göstermiyor. Ancak, ruhun misalinin, devamlı olarak kabirle ilişkisi olduğunu gösteriyor. Vücut çözülse, parçalansa, dağılsa da.. Hafız İbni Hacer’e ölü hangi dilde cevap verir diye sorulmuş: “O, hadisin zahiri sual ve cevabın Arapça olduğunu gösteriyor, demiş. Ve bununla beraber, herkesin soru ve cevabı kendi lisanıyla olması muhtemel olduğunu söylemiş. Hanefilerden Bezzazi Fetavasında şöyle demiştir: sual ölünün yerleştiği yerde olur. Hatta vahşi bir hayvanın karnına girse, sual orada olur. Tabutta defn edilmeden kaldığı müddetçe sorguya çekilmez. (İmam Suyuti-Kabir Alemi)

 

Ölüye Kuran okumak: İmam Şafii ve Malike göre ölüye Kuran okumak hiçbir fayda vermez. Ne Peygamber sav zamanında ne de sahabe devrinde ölü için Kuran okunmamıştır.” Derler. Bazı ulemaya göre, duaya kıyasla, Kuran tilavet etmek ölüye fayda verir (Mugnil Muhtaçtan) İmam Muhammed ra kabristanda Kuran tilavet etmek mekruh değildir, demekle iktifa etmiş fayda verir veya vermez dememiştir. (Hindiyyeden) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Fetih sahibi: “Cenaze sahibinin yemek ziyafeti vermesi mekruhtur. Çünkü ziyafet, musibetlerde değil şenliklerde meşru olmuştur. Bu kötü bir bidattır. İmam Ahmed’le İbni Mace’nin sahih isnadla Cerir b. Abdullah’tan rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmiştir: “Biz cenaze sahibinin evinde toplanmayı ve onların yemek vermesini yascılıktan sayardık.” Bezzaziyyede de şu satırlar vardır: “Birinci ve üçüncü günlerde ve bir haftadan sonra yemek yapmak, bayramlarda kabre yemek götürmek, KURAN OKUMAK İÇİN DAVET YAPMAK, hatim veya surei Enam’ı yahut ihlası okumak için sulehayı ve hafızları toplamak mekruhtur. Hasılı Kuran okunurken, yemek için yiyecek hazırlamak mekruhtur.” Mirac sahibi bu hususta uzun uzadıya söz etmiş ve şöyle demiştir: “Bu fiillerin hepsi riya ve gösteriştir. Bunlardan korunmalıdır. Zira bunları yapanlar, Allah’ın rızasını murad etmezler.” Münye şerhinde ise, Cerir b. Abdullah’ın hadisine aykırı bir hadisle inceleme yapılmıştır, o hadiste Peygamber sav’in bir cenaze dönüşünde bir kadın tarafından davet edildiği ve davete giderek kendisine yemek getirildiği bildirilmektedir. (İbni Abidin) Ben derim ki: Bu hadis söz götürür. Çünkü bu umumi olmayan bir vakıadır. Hususi bir sebebi olması ihtimali de vardır. Cerir hadisi böyle değildir. Halbuki Münye sahibi, bu konuda, bizim mezhebimizde, Şafilerle Hanbeliler gibi başka mezheplerde rivayet edilen deliller üzerinde inceleme yapmış, mezkur Cerir hadisiyle istidlal ederek kerahete hüküm etmiştir. (İbni Abidin-3)

 

Ölüden medet ummak (İstiğase): Ziyaret edilenden bir şey istenmez. (Mezahibi Erbaa) (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)

            Allah’tan istenmesi gereken şeyler, Allah’tan başkasından istenmez. İnanç konusunu ilgilendirdiği için şirke götürür. Herhangi bir müslüman hayattaki müslümanlardan dua isteyebilir. Fakat kişi öldükten sonra ondan ne dua, ne de başka hiçbir şey katiyyen istenmez. Herhangi bir fayda ya da zarar isteme, hastalıklara şifa isteme vb Allah’tan başkasından istenmez. (İslamda Meseleler ve Çözümleri-Ziya Eryılmaz)

            “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” (Yunus:18) Bu ayetten çıkarılan manalardan biri de şudur: Onlar, bu putları ve heykelleri, kendi peygamberlerinin ve büyüklerinin şekillerinde yaptılar ve her ne zaman bu heykellere ibadetle meşgul olurlarsa, o ulu kişilerin, Allah katında kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ettiler. Bunun bir benzeri de, zamanımızdaki pek çok insanın, onların kabirlerine saygı duyup hürmet ettiklerinde, Allah katında onların kendilerine şefaatçi olacağı inancını taşıyarak, büyük zatların kabirlerine tazim ile meşgul olmalarıdır. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)

            Kabir ziyareti Resulullah sav’den rivayet edilen şekliyle caizdir. Bununla beraber kabirlerden yardım dilemek, onlara seslenmek, herhangi bir hacetini gidermesini istemek, ona nezirde bulunmak, mum yakmak, çaput asmak, el yüz sürmek, Allah’ın dışında bir üzerine yemin etmek, kabirleri mescid haline getirerek namaz kılmak, tavaf eder gibi etrafından dönmek ve buna benzer tüm bidatlarla savaşmak gerekir. (İslam Davetçilerine-Abdullah Nasıh Ulvan)

            Bazı tasavvuf ehli ile diğer bazı kimselerde sıkıntılarının giderilmesi, kötü bir durumun izalesi bir faydanın temini yahut bir zararın def’i için ölü veya diri olan salih kimselerden istiğase (yardım) bir âdet haline gelmiştir. Zikir halkalarında “medet” kelimesini kullanırlar. “Medet ey falan büyük! Medet ya filan efendim!” denildiğini görüyoruz. Bazı halkta Hızır as “Ya Hızır” şeklinde çağırmakta, anne çocuğuna Hızır seni korusun, diye dua etmektedir. “Ya Muhammed Rabbinin yanında bana şefaatçi ol” diyeni ile “Ey Muhammed, bana şefaat et” diyeni birbirinden ayrı tutarım. Birinci şekil, tevessül konusundan bir cüzdür. İkinci şekil ise, salih kimselerin kabirlerini ziyaret eden bazı kimselerde gördüğümüz, kabirde yatandan ihtiyaçlarının giderilmesi için direkt olarak istekte bulunmaktan bir cüzdür. Bu kimseler salih bir kimsenin kabrine giderek “Ey filan beni evlendir” “Ey falan bana şifa ver” “Ya falan şu ihtiyacımı gider” şeklinde veya buna benzer sözlerle direkt olarak kabir sahibinden talepte bulunurlar. Hasan el-Benna “Yüce Allah’ın “O kimseler ki iman ettiler ve sakınıyordular” (Yunus:63) sözünde zikredilenlerdir. Değil başkalarına fayda veya zarar vermek, ne hayatlarında ne de öldükten sonra kendi kendilerine fayda veya zarar dokundurmaya kadir olmadıklarına inanmakla beraber, şeri şartlar dahilinde keramet onlar için sabittir. Meşru dairede kabir ziyareti sünnettir. Lakin kim olursa olsun kabirde yatandan yardım dilemek, bunun için onu çağırmak, ihtiyaçlarının giderilmesini ondan istemek, ona kurban kesmek, kabirleri yükseltip üzerlerine örtü sermek, kabirleri aydınlatmak, onlara sürtünmek, Allah’tan başkasıyla yemin etmek ve buna benzer şeyler bidatlerdendir. Kötülüklere yol açmamak için onları tevil cihetine gitmemelidir.” Der. Tasavvuf ehlinin kullandıkları “medet” kelimesi, salihlerin isimlerini zikrederek bereketlenme babında kullanılmaktadır. Bazıları da, ruhların alemi şehadetle ilişkilerinin imkan dahilinde olduğunu düşünerek bunu kabullenmektedir. Yüce Allah geçmişimize dua etmemizi istemiştir. Onlardan birşeyler beklemek niyetiyle onları çağırmayı değil. “onlardan sonra gelenler derler ki: “Rabbimiz bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr:10) Mesele tersine çevrilip onlardan istememiz yanlış bir davranıştır. (Ruh Terbiyemiz-Said Havva)

            Türkiye’deki medfun olan zat ne kadar derecesi yüksek olursa olsun, ondan doğrudan doğruya istekte bulunmaz. Böyle bir hareket ve niyette bulunursa şirk olur. Ancak o vesile yani vasıta kılınır. (Sadık Dânâ Altınoluk Dergisi 123 sayı)

            Ebu Yezid el-Bistami’den gelen haberde “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, boğulmuş birisinin boğulmuştan yardım istemesi gibidir.” Allah Teala buyuruyor ki Hatırla o vakti ki, siz Rabbinizden yardım istediniz, O da size yardım edip icabet etti.” Allah bu ayette yardım istemenin kendisinden olacağını açıklar. Şeyh Ebu Abdullah Kureşi’de der ki: “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, tutuklunun tutukludan yardım istemesi gibidir.” İbni Teymiyye bize, Resulullah’a inanma ve itaatla tevessülün her halükarda, bâtıni ve zahiri hayatından ve ölümden sonra, Resulullah’tan tevessül etmek herkes üzerine farzdır. Bu tevessül herkese açıktır. Her kim Resulullah’tan başka birisine benim veya bizim için dua et derse, bu kişi Resulullah’a uymuştur.” Alusi de der ki; vesile istenenin ölü veya gaib olması durumuna gelince, bunun caiz olmadığında ve seleften hiç kimsenin yapmadığı bir bidat olduğunda şüphe yoktur.” (Cilâul Ayneynden) (İbni Teymiyyede Tasavvuf-Tıblevi Mahmud Sa’d)

            İslamda dilek ve istekler sadece Allah’a arzedilir. Allah’tan başkasına sığınmak ve O’ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Kimisi dua etmek için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar. Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve bâtıldır. Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü islamda Allah’a sığınmak, O’na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah’a iltica eder. Bu itibarla bir kimse “Filan yatıra gittim ona dua ettim, o mübarek zatın himmetiyle duam kabul olundu” derse bu caiz değildir. Duam oraya gidince kabul olacak inancı da yanlıştır. Kabirlere gidip kurban kesme adeti islamdan önceki kavimlerin müşrik adetlerindendir. İslam dini kabirler üzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz sav “Kabirler üzerinde kurban kesmek islamiyette yoktur” (Fethül Kebir) buyurmuşlardır. (Yaşayan Hurafeler-Kemaleddin Erdil)

            Günümüzde yatır ve türbe ziyaretlerin amacı ölüden medet ummak, yardım istemektir. Dirilerden istenmeyen şeylerin ölülerden istenmesi doğru değildir. Yardım yalnızca Allah’tan istenir. (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz)

            Evliyayı kirama yakınlaşmak maksadı ile “Ey seyyid filan! Eğer hastam düzelir veya kaybım elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş yahut yiyecek veya mum ve zeytin yağı adadım!” gibi sözler, bilittifak batıldır. Bahır’da da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden batıl ve haramdır. Şöyle ki: 1- Bu iş mahluka nezirdir. Mahluka nezir caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir mahluka ibadet yapılmaz. 2- Kendisine nezir yapılan kimse ölüdür. Ölü hiçbir şeye malik olamaz. 3- Bu işi yapan kimse ölünün TASARRUFTA BULUNDUĞUNU ZANNEDERSE, BU İTİKADİ KÜFÜRDÜR. (İbni Abidin-4)

            “Şeriate en uzak bidat, birçok insanın yaptıkları gibi, ölüden muradının husûlü için yardım istemektir. Bu hâl puta tapmak gibidir. Ölüden medet dilemek, şekli bir benzeyiş değil, fiili bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım ( dilemek avamı) zavallılığa düşürmüştür. Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zanneder ki, Allah, kulunun isteğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğunda işitmiyorda böyle vasıtaya muhtaç oluyor. Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği, vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde vasıtaya mecbur oldukları gibi. Böylece fâsid ve batıl zanlara katılan adam bilmiyor ki, padişah devletin intizamı, asayişin devamı, halkın rahatı için  bu vasıta ve müşavirlere muhtaçtır. Bazı cahiller “ziyaret” denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilası gibi felaketlerden korunmak, muradına kavuşmak için ölüden medet umarlar. Aleyhüsselatü vesselam efendimiz, peygamberlerinin mescitlerini kabir yaptıklarından dolayı yahudilere ve hıristiyanlara lanet etmiştir. Bu türlü hareketler insanı islamdan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. (İslamda Kabir Azabı-İmam birgivi’den) (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil)

            Kuduri diyor ki: “Ebu Yusuf’un şöyle dediğini işittim: Ebu Muhammed dedi ki; Dua ederken, falanın, filanın hakkı için bana şunu bunu ver demek, bir müslümana yakışmaz. Çünkü kulların Allah’ta hakları yoktur ki bir defa insan aracılığı manasına “filan evliyanın, falan şeyhin hakkı için” denildi mi, artık o veli veya şeyh, avam nazarında mukaddesleşmekte, türbesine kandiller yakılıp kurbanlar kesilmekte. Bu tür hareketler putperestlerin ve sapık itikatlıların hareketlerine öylesine benzer ki, adeta; bunlar putperestliktir, diyesimiz gelir.” (Kurana Muhatap Olmak-Said Çekmegil)

            Kendilerine adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen kurbanları dahi, fıkhî rivayetlerde fukaha şirke dahil  edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu, şeran men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da, cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun? Kadınların, meşayih niyeti ile oruç tutmaları da böyledir. Bunların isimlerini ekseriyetle kendiliklerinden uydururlar. Onların niyeti ile de oruç tutarlar. Taleplerini ve maksatlarını da bu oruçlar sebebi ile, o meşayıhtan hacetlerinin yerine gelmesini talep ederler. Sanırlar ki, işlerinin yerine gelmesi onlardandır. Böyle bir fiil, Allah’ın ibadetinde başkasını ortak etmektir. Ona ibadet yolu ile hacetlerin talebini başkasından yapmaktır. Bu filleri izhar ettikleri zaman, bazı kadınlar der ki: “Biz bu oruçları Allah için tutarız. Ancak, onun sevabını meşayıhın ruhlarına hediye ederiz.” Böyle bir söz, onlardan gelen hile yoludur. Eğer bu sözlerinde doğru iseler, oruç için günlerin tayinine ne hacet? Bu manada yapılan işler aynen dalalet olup şeytanın aldatmacalarıdır. (İmam Rabbani-453.mektup)

 

Ölüye sövmek: İkrime müslüman olmak için Mekke’ye yaklaştığı zaman Peygamber Efendimiz ashabına “Ebu Cehil’in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babasına sövmeyin. Zira ölüye sövmek ölüye yetişmediği gibi, sağ olanları da incitir, dedi. İkrime geldiği zaman hanımı da peçeli olarak yanında idi. (Hayatüs Sahabe-1)

 

Ölüye tabi olmak: Ebu Nuaym’dan: “Abdullah b. Mesud şöyle dedi: İçinizde herhangi biriniz, dininde başkasına uymasın. Eğer inanıyorsa inansın. İnanmıyorsa inanmasın. Şayet başkasına uymaktan kendinizi alamıyorsanız, bari sağ olanlara değil, ölmüşlere uyunuz. Zira sağ olanların fitneden korunmuş olmalarına güvenilmez.” (Hayatüs Sahabe-4)

 

Ölünün yerine oruç ve namaz: Ölünün yakını ölü yerine ne namaz kılabilir ne oruç tutabilir. (Hidaye Tercümesi)

            Ölenin vasiyeti üzerine, kalan namazlarını varisinin kılması caiz olmadığı gibi, kalan orucunu da tutması caiz değildir. Yalnız, namaz kılar ve oruç tutar da sevabını ölene bağışlarsa caizdir. Çünkü bizim mezhebimize göre bir kimse amelinin sevabını başkasına bağışlayabilir. (İbni Abidin-3)

 

Ölü yıkanmadan Kuran okumak: Ölü yıkanmadan yanında Kuran okumak mekruhtur. Ancak başka bir odada okunmasında bir sakınca yoktur. Yıkandıktan sonra yanında da okunabilir. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)

 

Ömrün uzatılması: Selman ra’den: “Kazayı ancak dua geri çevirir, ömrü ise ancak birr (iyilik ve itaat) artırır.” (Tirmizi-Kader:6) Rasulullah sav şöyle buyurmuştur: “Allahım! Muhakkak ki ben başıma geleceğin kötüsünden, şakilik (bedbahtlık) mertebesinden, belanın beni yenmesinden ve düşmanların başıma gelene sevinmesinden sana sığınırım” Kulun başına ancak yazılmış olan şeyler gelecek olsaydı, Rasulullah sav hükmedilenin kötülüğünden Allah cc’ya sığınmazdı. Enes ra’den “Kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.” (Buhari-Edep:12 Buyû:13 Müslim-Birr:20,21 Ebu Davud-Zekat: 45) Dediler ki o halde şu ayetlere nasıl mana veriyorsun? “...Ecelleri geldiği zaman da, ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Nahl 16/61) “Allah eceli geldiği zaman hiçbir canı ertelemez.” (Münafıkun 63/11) “Allah’ın taktir ettiği vakit geldiği zaman ertelenmez.” (Nuh 71/4) Ben de derim ki; her ayetin manasını kendi ihtiva ettiği lafızla tefsir ederim, zira birinci ayette ecelleri geldiği zaman, ikincisinde “ecel geldiği zaman” üçüncü ayette “Allah’ın taktir ettiği vakit geldiği zaman” buyurulmuştur. Yani ecel gelip çatınca, elbette ne ileri geçebilir ne de geri kalabilir. Gelip çatmadan ise Allah cc’ün onu dua, sıla-i rahim, yahut hayır yapmakla geciktirmesi, şer işleyen yahut Allah cc’ün bitiştirilmesini emrettiği şeyi kesen ya da Allah cc’ın sınırlarını çiğneyen kimse için de öne alması caizdir. Ömer b. Hattab hakkında ileri geri konuşulduğunda Kab’ul Ahbar’ın söylediği şu söz ne kadar güzeldir: “Allah’a yemin ederim ki eğer Ömer ra Allah’tan ecelini geciktirmesini isteseydi elbette geciktirirdi.” Bunun üzerine kendisine şöyle denildi: Muhakkak ki Allahu Teala “Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de ileri geçerler.” (Araf 7/34) buyurmaktadır. O da cevap olarak: “Bu ecel hazır olduğu zamandır. Daha önce ise artması da azalması da caizdir.” Dedi ve Allahu Teala’nın şu buyruğunu okudu: “Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır.” (Fatır 35/11)

 

Özürlü bir kimsenin abdesti: İbrahim Nehai: “Bu kimse öğle namazı için vaktin sonunda abdest alır; bu abdestle hem öğleyi hem ikindiyi kılar. Akşam için vaktin sonunda abdest alır, o abdestle de hem akşamı hem de yatsıyı kılar demiştir. Zaman zaman sidiği gelen, içi giden, devamlı yellenen, burnu kanayan iyi olmayan, yarası devamlı kanayan kimseler her vakitte abdest alırlar. Bu abdestle bir vakit içinde o özürden başka bir şeyle bozmadıkları müddetçe farz ve nafile namazlardan diledikleri kadar kılabilirler. (Mülteka-1)

 

Özürlünün imamlığı: Abdestli kişinin teyemmümlüye, abdest uzuvlarını yıkamış olan kişinin, mesela mest üzerine veya sargı üzerine meshetmiş olan kişiye; ayakta duranın oturan kişiye iktidası da, bunun tersine bir iktida da sahihtir. Nafile kılan farz kılana uyabilir, fakat aksi sahih değildir. İma ile namaz kılan kişi kendi durumunda olana uyabilir. (Diyanet İlmihali 1)

            Devamlı bir özrü olan sidiğini ya da abdestini tutamama, kan akması vb Hanefi ve Hanbelilere göre kendisi gibi olanlara imamlık yapabilir. Diğerlerine yapamaz. Malikilere göre mekruh olmakla birlikte herkese yapabilir. Şafilere göre herkese yapabilir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi 2-Vehbe Zühayli)


 
   
©Copyright-007-021 ▓®▓ ŝĪĮЅї╚ξ 70 ziyaretçi (108 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol