Mehir ve hediye: Eğer bir kimse karısına bir şey verdikten sonra kadın ona: “Sen bunu bana hediye olarak verdin” o da: “Hayır, ben onu sana mehirden mahsuben verdim” derse, söz erkeğindir. (Hidaye Tercümesi)
Mehirden söz edilmezse nikah caiz midir?: Mehirden bahsedilmemiş ise mihri misil icab eder. Yani kız kardeş, hala ve amca kızı gibi soyları bir olanların mihri ne kadar ise o kadar vermek lazımdır. (Hidayeden)(Halil Gönenç)
Mehirden vazgeçmek: Hz. Ömer ve Kadı Şureyh ra “Eğer bir kadın mehrinin hepsinden veya bir kısmından vazgeçerse, fakat daha sonra isterse, kocası ona mehri geri vermelidir. Çünkü kadının sonradan istemesi, mehirden kendi isteğiyle vazgeçmediğini gösterir” diye hüküm vermişlerdir. (Tefhimül Kuran-Mevdudi)
Mekruh: İmam Muhammedden rivayet edilen şudur: Tüm mekruhlar haramdır. Ancak haramlığında kesin nâss bulunmadığı için mekruh, haram tabiriyle ifade edilmez. Şeyhayn’a göre (İmam Azam ve Ebu Yusuf) mübahtan çok, mekruhun harama daha yakın olduğu söylenmiştir. (Hidaye Tercümesi)
Merveri, İmam Muhammed’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir. Hakkında nass bulunan her mekruh haramdır. Ancak bir mekruh hakkında nass bulunmaz ve haramdır diye lafzına ıtlak olunmazsa, o müstesnadır. Yani böyle bir mekruh haram değildir. İmam Azam ve İmam Yusuf, mekruh, harama yakın şeydir, buyurmuşlardır. Hidaye’de de böyledir. Muhtar olan da budur. (Fetevayi Hindiyye)
Mektupla boşanma: Başka memleketten karısına gönderdiği mektupla boşama vukû bulur. (Ali Efendi, Kaynak) (Fetvalar 3-Nevzat Akaltun)
Mektupla selam: Bir kimseye mektupla bir selam geldiğinde, ona da mektupla karşılık vermek farzdır. Çünkü Allah Teala: Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın” buyurmuştur. Nisa suresi 86.ayetin tefsirinden sonra. (Tefsiri Kebir-Fahruddin Razi)
Memurluk: Firavunların istilası altında bulunan meşru müesseselerde, müslümanlar ikame-i adalet ve icra-i ahkamı şeriat yapmaya muktedir oldukları müddetçe kafirlerin velayetleri altında dahi olsa çalışmaları caizdir. (Ruhul Meani-Alusi) (M.Çelik) darul harbde müslümanların firavunların birtakım yaptırımlarını kabullenmeleri, firavunları kabul ettikleri anlamına gelmez. Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, şeran meşru olan her fiili yapabilirler. (Darul Harb Fıkhı-Mustafa Çelik)
Tağutun memuru olmasına rağmen insanların uyanmasına vesile olacak faydalı şeyler anlatan bir öğretmenin durumu, geleneksel bir dini grubun maaşlı personeli olarak insanları uyutacak şeyler anlatan kişinin durumundan çok daha iyidir. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)
İçine düştüğümüz bir yanlışta, bugün devlet kuruluşlarında çalışan insanları samimiyetsizlik, hatta imansızlıkla suçlamamızdır. Halbuki peygamberimiz as ve onun şanlı ashabı bedelini ödeyip de azad edinceye kadar hiçbir köleye, artık sen müslüman oldun öyleyse artık müşriklere hizmet etme, kaç, bırak gel! Senin rızkını Allah verir dememişlerdir. Bilakis bedellerini ödeyerek onları hürriyetlerine kavuşturmuşlar, daha sonra bırakın gelin, demişlerdir. Bugün bizler bedel ödemeye pek yanaşmıyoruz da efendim bu insanlar rızık korkusuyla, makam korkusuyla yapıyorlar, halbuki rızık Allah’a aittir deyip ucuz kahramanlık yollarına sapıyoruz. Rızkın Allah’a ait olduğunu Pegamberimiz as ve ashabı herhalde bizden çok daha iyi biliyorlardı. Fakat onlar bizim gibi her şeyi hep başkalarından beklemiyorlar, bilakis nerede bir köle varsa iflas etmek pahasına onları azad ediyorlardı. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun)
Memurun maaşı: Hiçbir kimse benim elimdeki mal şüpheden hâlidir, helaldir diyemez. Çay, kahve, şeker gibi şeyler devlete ait Tekel dairesinden gelmiyor mu? Halkın elinde sigara, tuz, para vb şeyler hepsi devletin malı değil midir? İbni Hacer, Zerkeşi’den naklen söyle diyor: “Haram, bir ülkede umumileşir helal nadiren bulunursa, ihtiyaç nispetine göre ondan istifade etmek caizdir.” (Fetavayi Kübradan) (Fetvalar-Halil Gönenç)
Resmi kurumlarda çalışırken tağutluk misyonunu reddeden ve bu misyonun icraatinden sakınan kardeşlerimizin, maaşlarını nereden aldıkları değil, hangi iş karşılığında aldıkları önemsenmesi ve mn plana çıkarılması gereken bir husustur. (Tartışılan Sorular-Mehmet Alagaş)
Peygamberimiz: “Vali tayin ettiğimiz kimsenin eğer eşi yoksa kendisine eş, evi yoksa kendisine ev, hizmetçisi yoksa kendisine hizmetçi ve bineği yoksa kendisine binek sağlanmalıdır.” (Tirmizi) (İslam 4-Said Havva)
Mesbuk: Namaza sonradan yetişen kimse, kaçırdığı rekatları kazaya başladıktan sonra yalnız başına namaz kılan gibidir. Sübhanekeyi okur, kıraat için euzü besmele çeker ve okumaya başlar. Sübhanekenin okunma yeri, eğer gizli okunan namazsa iftitah tekbirinden sonradır. İmam Hanbelden rivayet edilen Yetiştiğiniz kadarını kılın, kılamadığınızı kaza edin” hadisi Ebu Hureyre’den merfu olarak gelmiştir. Müslim demiştir ki: Uyeyne bu lafızda hataya düşmüştür. Bu hadisi ondan başkasının Zühri’den rivayet ettiğini bilmiyorum. Bu hadisi altı imam “Yetiştiğiniz kısmı kılın, yetişemediğinizi tamamlayın” ifadesiyle rivayet etmişlerdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Mebuk kıraat hakkında namazın başını, teşehhüd hakkında sonunu kaza eder. (İbni Abidin-2)
Mescide abdestsiz girmek: Sahih olan kavle göre mescide abdestsiz girilir. (Fetevayi Hindiyye)
Mescidde konuşmak: Hızanetül Fıkıh kitabında, şöyle zikredilmiştir: Mescidde mubah olan dünya kelamı konuşmanın haramlığına dair bir belge yoktur. Mubah olmayan sözler ise konuşulmaz. Salatül Cellabi isimli kitapta “Dünya kelamından mubah olanları, mescidde konuşmak caiz olur. En evla olan, zikirle meşgul olmaktır” buyurulmuştur. (Fetevayi Hindiyye)
Mescidlerin süslenmesi: Bazı alimlerimiz mihrab üzerine nakış yapmayı ve kıble cihetinin duvarına nakış yapmayı kerih görmüşlerdir. Çünkü bunlar namaz kılan şahsın kalbini meşgul eder. Fakih Ebu Cafer’de, Siyeri Kebir şerhinde, “Mescid duvarını süslemek ister az olsun, ister çok olsun mekruhtur. Fakat tavanını az süslemeye ruhsat vardır; çoğuna ise yoktur” buyurmuştur. Muhit’te de böyledir. (Fetevayi Hindiyye)
İmam Malik, Ebu Husayn’ın şöyle dediğini rivayet eder: “bir ümmetin ameli kötüleştiği vakiti, mescitlerini süslerler.” (Asrı Saadette İslam)
Mesh ve çoraplar: İmam Ebu Hanife’ye göre çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir. Ancak eğer çorabın dibine deri çekilmiş ise, ozaman caizdir. Diğer iki imam ise; “Su çekmeyecek kadar kalın çorapların meshi caizdir” demişlerdir. Kalın çorap; bir şeye bağlanmadan yere dikildiği zaman boğazı üzerinde durup yere düşmeyen çoraptır ki böyle çorap mesh gibidir. (Hidaye Tercümesi)
Mesh eden imama uymak: Ayaklarını yıkayanın mesh edene uyması da sahihtir. (İbni Abidin-2)
Mesh ve sürenin bitmesi: Meshin süresi bittiğinde kişi mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkadıktan sonra namaz kılabilir. Abdestin geri kalan kısmını yenilemesi gerekmez. Süre bitmeden de mestler çıkarılırsa mesh bozulur. Çünkü mestler ayaktan çıkınca, ayak yıkanmadığı için abdestsizlik ona geçmiş olur. (Hidaye Tercümesi)
Mevlid: Bundan daha çirkin olmak üzere, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Halbuki bu mevlidde şarkı ve oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını peygamber sav’e hediye ederler. (İbni Abidin-4)
Ehli sünnet alimleri; Mevlid Merasimlerinin bidat olduğu hususunda müttefiktir. İbni Abidin, mevlidin “müzik ve eğlence, başka bir şey olmadığı” üzerinde hassasiyetle durmuştur. (Şifaül Alil) konu sadece yüksek sesle şiir okumak şeklinde ele alınsa dahi, fetva verilemez. Çünkü peygamberimiz mescidde yüksek sesle şiir okunmasını yasaklamıştır. Bunu her ferd; kendi evinde istediği gibi okuyabilir ve muhtevası üzerinde düşünür. Hiç kimsenin bu mahiyete bir itirazı olamaz. Ancak ibadet kasdıyla; merasim düzenlemek ve bu işi meslek edinenlere ücret karşılığı okutturmak caiz değildir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)
İmam Şarani “Son zamanlarda zuhûr eden en kötü bidatlardan birisi de, büyük ibadet diye üzerine düştükleri mevlid cemiyetleridir. Bu cemiyetlere çoluk, çocuk, kadın, erkek toplanıyorlar, böylece haramları, bidatları ve daha bir çok kötülükleri işliyorlar.” (Tenbihül Muğterin) Bir de mevlidin son kısmında (Muhammed hakkı için, Arşı ala hakkı için) gibi cümleler zikrediliyor. Bu da doğru değildir. Zira hiçbir varlığın Allah’tan alacağı yoktur. (İslama Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Mezarlıkta Kuran okumak: Şeyhül İmam Ebu Bekir Muhammed bin Fadl’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kabristanlıkta, Kuranı Kerimi gizli okumakta bir beis yoktur. Aşikare okumak ise mekruhtur. Ebu İshak el-Hafız hocası olan, Ebu Bekir Muhammed bin İbrahim’in şöyle dediğini nakletmiştir: Mülk süresini mezarlıkta, ister gizli ister aleni okumakta bir beis yoktur. Fakat bunun haricinde, başka süre okunmaz, kabristanda Kuran okumak, eğer sesine aşina olmak niyetiyle olursa, aleni olabilir. Böyle bir niyeti olmayınca, gerçekten Allahu Teala her hangi şekilde okursa okusun onu duyar. Fetevayi Kadıhan’da da böyledir. (Fetevayi Hindiyye) bir adam ölünce, onun varislerinden birisinin, sahih kuran okuyan şahsı oturtup, kabrinde Kuran okutması mekruh olmaz. Bu İmam Muhammedin kavlidir. Ebu Bekir bin Ebu Said’in şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Kabirleri ziyarette müstehap olan İhlas suresini yedi defa okumaktır. (Fetevayi Hindiyye)
Mezar taşına yazı yazmak: Mahiyeti ne olursa olsun mezar taşına yazı yazmak caiz değildir. Cabir’den rivayet edildiğine göre, “Peygamber sav, mezar taşına yazı yazmak, üzerine bina inşa etmek ve ayak ile üzerine basmaktan nehy etmiştir”(Tirmizi-Nesai) Hanefi uleması bazı ölünün tanınması için üzerine isim ve soyisim yazılmasına müsaade etmiştir. (İbni Abidinden) (Halil Gönenç)
Mezhepler arasındaki farkların nedenleri: Bu ayrılıklar, çeşitli sebeblerden ileri gelir. Kur'an'da hüküm ifade eden âyetleri (ki bunlara, nass denir) anlayış, herkes için başka başka olabilir. Zira nassların, usûl-i fıkıhta beyan edildiği üzere, pek çok kısımları vardır: Hafî, mücmel, sarîh, kinâye, mecaz, hakikat, mutlak - mukayyed, hâs - âmm gibi. Bu yüzden müctehidlerin aynı nassı anlayışları farklı farklı olmaktadır.
Ayrıca, hadîslerin de nevileri, çeşitleri vardır. Mütevâtir, meşhûr, haber-i vâhid, mürsel, muttasıl, münkatı' gibi.
Bu hadîsleri delîl olarak kullanma konusunda da müctehidler ihtilâf etmişlerdir. Bunun neticesinde de farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Meselâ Hanefîler hadîsler konusunda titiz davranır. Haber-i vâhidi (Tek sahâbenin rivâyet ettiği hadîsi) delil olarak kabûl etmezler. Şâfiîler ise, haber-i vâhidi kabûl eder ve onu Kıyâs'a tercih ederler. Hanefîler mürsel hadîsi alır, Şâfiîler almazlar.
İşte bu gibi delillerdeki ihtilâf ve kabûl edilen delilleri de farklı anlayış, müctehidlerin aynı mes'elede farklı hükümler vermelerine sebeb olmuştur.
Fetva verilen beldenin örf ve âdetleri de, müctehidlerin yaptıkları ictihadlara te'sir etmiştir. Müctehidler Arasında Görüş Ayrılıkları Olmasının Mahzûru Var mıdır?
Hayır, bil'akis bu ihtilâflar, ümmet için rahmet olmuştur. Herhangi bir mes'ele hususunda bir mezhebde zorlukla karşılaşınca, zaruret halinde, o mes'ele başka bir mezhebin kolaylık ifade eden hükmü ile halledilme yoluna gidilmiştir. Böylece mezheblerin varlığı ümmet için kolaylık ve genişliğe vesile olmuştur.
"Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır" meâlindeki hadîs-i şerîfin ifade etmek istediği mânâ da bu olsa gerektir.
Mezheblere Ne Lüzum Var? Herkes Kendisi Kur'an'ı ve Hadîsi Okuyup Hüküm Çıkaramaz mı?
Müslüman olan her ferdin, dinî mes'eleleri ve hükümleri doğrudan doğruya Kur'an ve Sünnetlerden öğrenmesi mümkün değildir. Bunu, ancak müctehidlik pâyesine erişmiş, salâhiyetli İslâm âlimleri yapabilir. Geriye kalan Müslüman halka, o büyük din âlimlerinin îzah ve görüşlerini anlamak ve benimsemek, onların yolundan gitmek düşer. İlâçların ham maddesi bitkiler, otlar, madenler vs. olduğu halde, nasıl herkes ondan ilâç yapamıyor, bu iş için ayrıca eczacılık tahsili gerekiyorsa, dinî mes'elelerde temel kaynak Kur'an ve Sünnet olduğu halde, ondan hüküm çıkarmak işini de sıradan her Müslüman yapamaz; ancak müctehidlik seviyesine ulaşmış âlimler yapabilir. Herkesin dinî kaynaklardan hüküm çıkarmağa ilmi, bilgisi, aklı, idrâk seviyesi, basiret ve feraseti yetmez. (İslam İlmihali-Mehmed Dikmen)
Mezhep değiştirmek: İbni Abidin şunları kaydeder. “Bazılarına göre o kimseye o mezhepte kalmak lazımdır. Bazıları da lazım olmadığını söylemişlerdir ki, essah olan da budur. Ulema arasında şuyû bulduğuna göre, avamdan olan bir kimsenin mezhebi yoktur.” Hidaye şerhinde diyor ki: “Amminin kalbine yatan kavil ile amel etmesi bence daha doğrudur. Şu halde iki müctehidden fetva ister de, kendisine muhtelif cevaplar verirlerse, evlâ olan, kalbinin yattığı müctehidin sözü ile amel etmesidir. Bana göre kalbinin yatmadığı müctehidin sözü ile de amel etmesi caizdir. Zira âmminin kalbinin yatması ile yatmaması eşittir. Ona vacip olan, bir müctehidi taklid etmektir, bunu da yapmıştır” (İbni Abidin) Eğer bir kimsenin kendi mezhebinden başka bir mezhebe geçmesi kendisi için açık bir ictihad ve delil sebebiyle olursa bu caizdir. hAtta sevaba nâil olur. Eğer bir mezhepten diğer bir mezhebe geçmesi, bir içtihad ve delil sebebiyle olmayıp, bilakis dünya maksadı ve menfaatı için olursa bu çirkindir, günahtır, te’dip ve taziri gerektirir. (Yusuf Kerimoğlu-Fıkhi Meseleler)
Bir gün bir mezhebe göre namaz kılar, ertesi gün başka bir mezhebe göre kılmak isterse, bundan men edilmez. Hulasa muayyen bir mezhebi iltizam etmek lazım değildir. Muhalif mezheple de amel edilebilir. Birbiriyle bağlantısı olmayan iki hadisede, iki ayrı mezheple amel etmesi caizdir. (İbni Abidin-1)
Minbere çıkarken okunan ayet: Terkiye “innallahe ve melaiketühü...” ayeti ile “Arkadaşına sus dersen, hata etmiş olursun” hadisini okumaktır. Bu İmam Hanefi’ye göre tahrimen mekruh, İmameyn’e (İmam Muhammed, Ebu Yusuf) göre caizdir. Malikilere göre mescidin vakıf şartnamesine konmadığı sürece bidat ve mekruhtur. Şafilere göre bidatı hasenedir. Hanbelilere göre konuşmak caiz olduğundan o da caizdir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Hatibin hutbe okumak için minbere çıkarken her basamakta dua etmesi bidattır. Hakkında bir hadis veya bir eser varid olmamıştır. Asrı saadette böyle bir şeyi yapan olmadığı gibi, selefi salihin zamanında da olmamıştır. Kadı Beydavi’nin bu husus için verdiği fetva tuhaftır. (Mugnil Muhtaçtan) Bazı yörelerde hatip cumanın sünnetini kılınca müezzin tarafından hayrat sahibine, caminin bânisine ve Bilali Habeşiye dualar yapılır. Sonra da İnnallahe ve melaiketühü..ayeti okunur. Bu ayet okunurken imam minbere çıkar. Bütün bunlar bidattir. Bunlar hutbenin sünnetlerine aykırıdır. (Din Görevlisinin El Kitabı-Mevlüt Özcan)
Mirasta kadının payı: Bir kadın; babası, erkek ve kız kardeşi, yakın akrabaları, kocası ve çocuklarının malından pay alır. (Siret Ansiklopedisi-2)
Mudaraa: Ebu Derda ra’den “Biz, birtakım kimselerin yüzüne gülüyorsak da kalbimiz onlara lanet okur. (El-Hılye) (Hayatüs Sahabe-2)
Muska taşımak: Bazı Kuran ayetlerini ihtiva eden muskaların taşınması ve üzerinde olduğu halde helaya girilmesi ve onlara dokunulması caizdir. Cünüb dahi olsa böyledir. Şu kadar var ki kendilerinden ayrı bir kapak ile muhafaza edilmeleri gerekir. (İslam Fıkhı Ansiklopedisi-Vehbe Zühayli)
Alimler rukye (üfleme)nin üç şart dahilinde caiz olabileceğini söylemişlerdir. 1. Allahu Teala’nın isimlerinin söylenmesi. 2. Manasının anlaşılır olması ve okunan şeylerin Arapça olması, 3. Şifanın, bu okunan şeyden değil de Allah’tan geleceği inancıyla okunması. İnsanın şifa amacıyla astığı veya taktığı her şey islam tarafından yasaklanmıştır. İbrahim Nehai’de “Sahabeler ister kuran ayetlerinden olsun ister başka şeylerden olsun muska takmayı hoş karşılamazlardı” demiştir. Tercih edilen muskanın bütün türlerinin yasak sayılmasıdır. Peygamberimiz “Muska taşıyanın Allah muradını tamam etmesin. Kim de nazar boncuğu takarsa Allah huzurlu bir şekilde yaşatmasın” dediği rivayet edilir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi)
Ruveyfi der ki: Resuli Ekrem sav bana dedi ki: “Ey Ruveyfi’ umarım ki sen, benden sonra uzun zaman yaşarsın. Şu insanlara söyle ki; kim sakallarını boyarsa veya boynuna (nazar için ip veya boncuk) takarsa yahut hayvan tezeği ile veya kemikle taharet yaparsa Muhammed sav ondan beridir.” (Ebu Davud 1, Nesai, İmam Ahmed) boynuna ip takmak sözü ile muska takmak veya nazar boncuğu takmak yasaklanmıştır. Hanefi ulemasından Ayni, bu iplerin muska takmak için kullanılan ipler olduğunu söylemiştir. (Ebu Davud Tercümesi 1)
Peygamber sav hastalıkların tedavisini emretmiş, hastalandığı zaman kendisi de günün şart ve imkanları ölçüsünde, ilaçlar kullanmış ve tedavi görmüştür. Ayrıca, Cenabı Hak’tan şifa isteyerek dua etmiş, şifa talebi ile bazı sure ve ayeti kerimeleri okumuştur. Böyle yapan kişilerin yaptıklarını da reddetmemiştir. Ayet ve duaların yazılıp, muska olarak taşınmasına gelince; Hz. Peygamber, uykuda korkanların okumalarını tavsiye buyurduğu bir duayı, ashaptan Abdullah b. Amr’ın aklı eren çocuklara öğrettiği, henüz aklı erecek yaşa gelmemiş olan çocukların da yazıp boyunlarına astığına dair rivayete dayanarak, bazı bilginler bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbni Abbas, İbni Mesud ile Hanefiler ve bazı Şafiler de nazarlık vb taşınmasını yasaklayan rivayetlere bakarak ayet ve duaların yazılıp taşınmasının caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Muskacılığın meslek haline gelmemesi, dinin ve dini duyguların basit çıkarlara alet edilmemesi bakımından ayet ve duaların muska olarak yazılmaması, şüphesiz daha uygundur. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere, okuma bilenler menfaat beklemeden okuyabilirler. (Fetvalar-Diyanet Vakfı)
Abdullah b. Mesud ra’den: “Hamail ve tılsımlar, nazar boncukları ve şirinlik muskaları şirktir.” (İmam Ahmed) (Hayatüs Sahabe-3)
Said b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir: “Kim bir insanın boncuk ve muska takmasını engellerse, bir köle azad etmiş gibi sevaba girer” Eğer bu muska, Kuran ayetlerinden bir ayet veya Allah’ın isim ve sıfatlarından biri olursa, bu durumda bunu kullanmak nehy kapsamına girer mi? Yoksa, istisna edilip takılması caiz olur mu? Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Bazıları ruhsat vermiş, bazıları ise menetmiştir. Nehyin genel olması, şerre giden yolun kapatılması, Kuranın pisliklerle karşı karşıya gelmesi, Kuranın hafife alınması gibi durumlara yol açtığından dolayı muskanın kullanılmasının caiz olmadığını düşünüyoruz. (Tevhidin Hakikati-Yusuf el-Kardavi)
Peygamber sav, kendisine biat etmek için gelen bir adamın kolunda muska olması, sebebiyle biatını kabul etmemiştir. Adam muskayı kaldırdıktan sonra biatını kabul etmiştir. Bu esnada Resulullah sav şöyle demiştir: “Kim muska takarsa şirk koşmuş olur” (İmam Ahmed) (Delilleriyle Kadın İlmihali-Mustafa Kasadar-Sadık Akkiraz)
Yardıma ulaşmanın yolu ancak Allah’a kulluktan geçer. Onun dini için, mallarımızla ve canlarımızla cihad etmekten geçer. Yoksa muska taşımakla, cevşen taşımakla Allah yardım etmez. Ve bizi hiçbir şeyden korumaz. (Surelerle Yolculuk-Mustafa Uzun)
Ebu Bekir el-Ensari şöyle rivayet etti: “Rasulullah sav ile bir yolculuğunda beraberdim. Gördüğü her hayvanın boynunda bulunan nazarlık, boncuk ve bunun gibi ne olursa koparması için bir elçi gönderdi.” (Buhari, Ebu Davud, Ahmet, Muvatta) İbni Mesud ra’den Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Ruk’a, temaim ve tevle şirklerdendir.” (Ebu Davud, İbni Mace, Hakim, Elbani) Ruk’a; tılsımlı söz ve şekillerle hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktır. Çoğu kere bu söz ve şekillerin manası anlaşılmaz. Temaim: Nazardan korunmak için takılan nazarlıklar vb boncuklardır. Göz değmesinden korunmak için Kuranı Kerim ayetleri veya hadisi şeriflerin yazılıp muska şeklinde kişinin üzerinde bulundurulmasına bazı sahabeler izin vermiş; ancak çoğunluğu izin vermemiştir. İbni Mesud izin vermeyen sahabeler arasındadır. Tevle: Her çeşit muskadır. Karı kocanın arasını bulmak için yapılan muhabbet muskaları da bu şirkin kapsamına girer. Abdullah b. Akim ra’den: Rasulullah sav şöyle buyurdu: “Kim kendisini zarardan koruması için bir şey takarsa, Allah cc o kimsenin korunmasını taktığı şeye bırakır.” (Tirmizi, Nesai, Ahmed, Elbani-Daifül Cami) Kuranı iyice sarıp üzerinde taşımanın bunlara dahil olup olmadığı hususu ihtilaflıdır. Alimlerin bu konuda kesin bir hükümleri yoktur. (Tevhid-2)
Mübarek gecelerin ihyası: Belli günlerde Peygamberimizin oruç tuttuğuna dair bir şey varit olmamıştır. İslam fıkhında sünnette olanların dışında, belli günler için oruç tutmak caiz değildir. Aynı zamanda belli geceleri namaz için belirlemek de caiz değildir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Bazı islam ülkelerinde duyduğumuz, gördüğümüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan uydurulmuş bidat olan şeylerdir. (Çağdaş Meselelere Fetvalar- Yusuf el-Kardavi) Recep ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayımdır. Ramazan tüm ümmetin ayıdır” şeklinde rivayet edilen hadis münker bir hadistir.
Kandil gecelerine ait özel bir namaz yoktur. (Günümüz Meselelerine Fetvalar-Diyanet Vakfı)
Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber efendimiz ne sahabiler ve ne de diğer imamlar Regaib adı ile anılan günün üstünlüğü ve özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin fazileti hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Böyle bir gün ve gecenin islama mal edilmesi girişimi, hicri dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. (Sıratı Müstakim-2_İbni Teymiyye)
Bayram gecelerini, Şaban’ın yarıladığı geceyi, Ramazan’ın son on gecesini ve Zilhiccenin ilk on gecesini ihya etmek menduptur. Geceyi ihya bütün geceyi veya ekserisine şamil olan her ibadetle olur. Hz. Aişe ra’den rivayet olunan “Ben Peygamber sav hiçbir gece sabaha kadar ibadet ettiğini bilmiyorum.” (Müslim) hadisi hükmünce gecenin ekserisi tercih edilir. İbni Abbas’tan rivayete göre yatsı ve sabah namazlarının cemaatle edası geceyi ihya etmek sayılır. Ulema bayram gecelerinin ihyası hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. Bu mana Müslim’deki hadiste de geçer. İmdad sahibi “Yalnız başına nafile namaz kılmak” demekle daha sonra kitabının metnindeki “bu gecelerden birini ihya için mescitlerde toplanmak mekruhtur” sözüne işaret etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: Bundan anlaşıldığına göre Recep’in ilk Cuma akşamı kılınan Regaib namazını cemaatla kılmak mekruhtur, bu bidattır. Rumeli halkının kerahet ve nafileden kurtulmak için onu nezir etmeleri batıl bir çaredir.” Bunu Bezzaziye sahibi ve Münye’nin iki şarihi de beyan ederek bu babda rivayet edilen sözlerin batıl ve uydurma olduğunu izah etmişlerdir. Makdisi Regaib namazının reddi hususunda bir eser yazmıştır. (İbni Abidin-2)
Bezzaziye’den naklen Eşbah’ta bildirildiğine göre Regaib, Beraat ve Kadir namazlarında imama uymak mekruhtur. Bu namaz hicretten 480 sene sonra ortaya çıkmıştır. Bu mekruhtan murad, birbirini çağırmak suretiyle nafile namazı cemaatle kılmaktır. Bir kimse dini şeairden olmadığını bildirmek için bu GİBİ NAMAZLARI TERK EDERSE İYİ YAPMIŞ OLUR. (Bezzaziye’den) Bu ibareden anlaşılıyor ki, nezir etmekle, nafileyi, cemaatle eda etmekten kurtulmuş olmaz. (İbni Abidin-3)
Recep ayının veya orucunun, onda birkaç gün oruç tutmanın, regaib gecesi gibi ondaki bazı gecelerde kılınacak namazın faziletine dair hadisler hep mevzûdur. (İbni Teymiyye, Mevsili, İbni Kayyım, Firûzabadi, Şemhûdi, İbni Hacer, Leknevi) Misal; “Recep Allah’ın, Şaban benim, ramazan da ümmetimin ayıdır.” “Recep’in ilk cumasından gafil olmayın, çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir.” (İbnül Cevzi, İbni Kayyım, İbn Arrâk, Acluni, Suyûti, Şevkani, Leknevi. Suyuti zayıf der. Münavi ise Hafız Irâki’nin Tirmizi şerhinde hadisin çok zayıf olduğunu bunun yanında Deylemi’nin üç tarikle rivayet ettiğini söyler. Abdülkadir Geylani de Gunye’de zikreder. Bununla beraber Leknevi’nin dediği gibi bu hadis muhaddislerin ittifakıyla mevzudur.) İbni Kayyım bu konuda doğruya en yakın hadisin İbni Mace’nin rivayet ettiği “Resulullah recep ayını oruçlu geçirmekten nehyetti” hadisi olduğunu söyler. Tebaranı’de rivayet ettiği bu hadisin her iki senedinde de Davud b. Âta el-Medeni bulunmaktadır, Ahmed b. Hanbel ile Buhari bu zatın güvenilmez biri olduğunu söylemişler, diğer hadisçiler de cerh etmişlerdir. (İbn Adiyy, Cevzi, Zehebi) (Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım)
Şaban ayının ortasındaki gece (Beraat) kılınacak namaza dair tüm rivayetler mevzudur. (İbni Kayyım, Suyuti, İbn Arrak, Şevkani, Leknevi) Haftanın bazı günleri veya geceleri kılınan namazlara dair hadisler mevzudur. (İbni Teymiye, İbni Kayyım) (Hadis Problemleri-Enbiya Yıldırım)
Kuranı anlamaya, Onunla hayatını düzenlemeye çalışmadığı halde, Kadir gecesini ibadetle geçirerek “bin yıllık” sevabı bir gecede kazanmaya koşanlar büyük bir aldanış içindedirler. Hayatımıza anlam katan Kurandır. Ömrümüzü bereketlendiren de odur. Tesettürlü yaşayacağımız bir gün tesettürsüz yaşayacağımız bin aydan, namaz ile yaşayacağımız bir gün, namazsız yaşayacağımız bin aydan, yardımlaşacağımız bir gün, bencilleşeceğimiz bin aydan hayırlıdır. Bunu böyle anlamıyor da “Ya Rabbi, Sen namazla, infakla, ana babaya itaatla zinayla vs ilgili kararlara almış, bu kararları insanlara indirmeye başladığın geceyi bin aydan hayırlı kılmışsın. Bu kararlara göre yaşayacağımız bir gün, bunlara muhalif yaşadığımız bin aydan hayırlı buyurmuşsun ama, biz bu kararlara uymadan yaşarız. Nefsimizin çıkarlarımızın peşinden koşarız. O günleri kutlarız” diyorsanız yazıklar olsun sizlere. Eğer bu şekilde Kadir gecesine çıkarak, camilere mevlit dinlemeye gitmeyle, bir iki saat ağlamayla kendinizi Allah’ın azabından kurtaracağınızı zannettiyseniz aldandınız gitti demektir. Biz Kuranı kendi hayatımıza nasıl indiririz düşüncesinde olmadığımız halde, Kadir gecesi, takdir gecesi olacaktır ama, bin aydan daha hayırlı olmayacaktır bizim için. (Surelerle Yolculuk_Mustafa Uzun)
Nafile namazı cemaatle kılmanın bidat olmasıyla ilgili Aliyyül Kari’nin Mevzuat adlı kitabında şunlar yazılıdır: “...aşure namazı, regaib namazı, recebi şerif gecelerinde bilhassa miraç gecesi ve şabanın on beşinde her rekatında on ihlasla yüz rekat nafile namaz kılmak Rasulullah sav tarafından işlenmemiş uydurma namazlardır...Hanefi fakihleri bu mübarek geceleri ihya etmek maksadıyla cami ve mescidlere toplanmayı mekruh görmüşlerdir. Şürunbulali merhum Nurul İzah’ında şöyle demiştir: “Mescidlerde bu gecelerden bir gece ihya etmek üzere toplanmak, mekruhtur.” (Merakılfelah) (İslam Sokulan Bidat ve Hurafeler-Mustafa Uysal)
Mürşide bağlanmak: Mürşide bağlanmak şahıstan şahısa değişen hükme tabidir. (Fıkhi Meseleler-Yusuf Kerimoğlu)
Müslüman olmadan önceki namazlar: Kafir müslüman olursa, kafirlik hayatında kılmadığı namazların kazasıyla mükellef tutulmaz ki islama rağbeti olsun. (Büyük Şafi İlmihali)